25 Mart 2012 Pazar

Bab Bir Şiirleri Kitabı

İÇİNDEKİLER

Düzyazı Koşuklar 1
Başlıksız

Düzyazı Koşuklar 2
Başlıksız

Düzyazı Koşuklar 3
Ters Taklalar

Düzyazı Koşuklar 4
İstanbul Sokakları ve/ya Kasımpaşa Çirkinlemesi

Düzyazı Koşuklar 5
Babalar Günü

Düzyazı Koşuklar 6
Zep Zep

Düzyazı Koşuklar 7
Bit Pazarı

Düzyazı Koşuklar 8
Koproloji

Düzyazı Koşuklar 9
Kan, Ter ve Gözyaşı

Düzyazı Koşuklar 10
Ölüme Teslimiyet

Düzyazı Koşuklar 11
Ölülerime Ağıtlar 1

Düzyazı Koşuklar 12
Ölülerime Ağıtlar 2

Düzyazı Koşuklar 13
Kaybedenler Kulübü

Düzyazı Koşuklar 14
Şiir Neden Yazılır?

Düzyazı Koşuklar 15
Devrimin Resmi

Düzyazı Koşuklar 16
Aşk

Düzyazı Koşuklar 17
Soyut

Düzyazı Koşuklar 18
Sıradan Bir gün

Düzyazı Koşuklar 19
Rambo ve Rimbo

Düzyazı Koşuklar 20
Bir Bayram Sabahı

Düzyazı Koşuklar 21
İnsan Kuburu

Düzyazı Koşuklar 22
Bab Bir Geçilirken

(Ağustos – Ekim 2010)

DÜZYAZI KOŞUKLAR 1

BAŞLIKSIZ

akıp gidiyor ölüme doğru,

bir beyin, tao’sunda

> 

döneniyor raksediyor birlikte

içindeki zihin cesetleriyle

> 

eskiden kendi ‘yeis’lerini tutardı

imdide ‘aslolan ölümdür’de özgür

> 

ve su boğuyor

ve ateş yakıyor

ve engizisyon çarmıha geriyor

ve faşizm çalıştırarak özgürleştiriyor

açıkhava toplama kampı ülkesinde

ve isyan çok yavaş birikiyor

> 

söz bitmiyor

söylenmedik sözler yarattıkça

> 

bir yol kendini yürüyor

sonsuzluğa doğru,

acz şiirini yazıyor

(10 Ağustos 2010)

·          


DÜZYAZI KOŞUKLAR 2

BAŞLIKSIZ

Yesenin intihar etti

devrim onun yolunu öldürünce,

intihar etti

ardındaki Isadora’nın da yolunu bitirerek ki o,

boynundaki eşarbı arabaya dolamak gibi

acaip bir seçenek kullandıydı,

Y. dedi ki

yeni bir şey değil yaşamak,

Mayakovski onu eleştirdi

öldüğü için,

sonra o devrimi yapacakken

devrim onu yaptı

devrim en yaratıcı çocuklarından birini yedi

M. de intihar etti

geride pantalonlu bir bulut bırakarak,

> 

illa intihar gerekmez

Bukowski içer

Özlü kanser olur

Freud puroya dadanır

kimi tımarhaneye kaçar, toplama kampı yerine

kimi hem Ruslara, hem Almanlar’a karşı savaşır

insan cehenneminden ölerek çıkmak için,

> 

ben yazmaya dadanıyorum

ölmek

ve yeniden doğmak

ve yeniden ölmek

için,

> 

den den gider

(10 Ağustos 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 3

TERS TAKLALAR

Kuzey-Güney

Doğu-Batı,

dayatıyor ‘insan imkansızdır’ı

gırtlağına çökerek insanın

kendi cehennemlerine seni de diplemek için,

sigara molasız,

kolayı var

dikme alıyorum uzaya

oluyorum uzaycı

anında insan evriliyor

ve

duvar çatlayıveriyor

> 

tabii dikmenin karşıtı da var

o da iniyor,

hayır

‘Arz’ın Merkezine Seyahat’ değil,

içkin aşkınlığa

ki

Asimov’un psiko-tarih’inde

bu telepati olur

ki

yanlış sorunun yanlış yanıtı olarak

çifte değillenir

ki

içkin aşkınlık

gerçekten de vardır

Lao’nun Tao’sunda,

caan’ım ustam benim

terketmeyi bilmeyen benin

bu kadar keyifle terkettiği biricik kişidir,

çünkü

sonsuz olmayan Tao

Tao değildir,

sonsuz öldüğüme göre

sonsuz ‘ma’ benimdir

ki

kendi sonsuz olanı sonsuzlamak

Tao’da bile tanımsızdır,

Lao Çin Seddi’ni Batı’ya doğru geçti

ve yitti,

> 

ben İstanbul’dayım

insanlığın Çin Seddi’ni aşmış olarak

ve kendimde içkin,

bir kendi-değil olarak

(10 Ağustos 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 4

İSTANBUL SOKAKLARI ve/ya KASIMPAŞA ÇİRKİNLEMESİ

4 küsur yıldır Kasımpaşa

kültürel ve zihinsel

regresyona soktu beni,

hayvanlaştım

ve mutluyum,

çünkü daha önce beceremezdim

Hassel’in erkek asker doğrayan kadın askerlerinden acımasız olmayı

ve köpeklerin kırmızı ışıkta durup

onların durmadığı insancıkların arasında yaşamayı,

fonda Özdemiroğlu’nun

‘İnsanlar İnsancıklar’ı çalsa gerek,

anca Önal söylemesin

berbat ediyor aracmanı,

‘Haşhaş’ filmi de yok

fonda klip niyetine

doğrudan damardan var,

ileride Müslüm Baba

‘Istanbuul Sokoakları’nı prozodileyecek,

burada en çok Kibariye var

‘İstanbul Sokakları’nı cazlayabiliyor

her nasıl yaptığını anlamasam da,

Kasımpaşa doğal olarak aşağıda

Türk erkeğinin beyninin olduğu yerden,

Marx eksiklemiş

‘lümpen’ deyimini,

daha aşağısı da var

ama

en aşağısı yok

e’ele dipsiz kuyu misali,

negatif egzistansiyalizm değil

eksi sonsuz banalite,

zehire harmanlanınca

ve bağışıklanınca

keyifleniyorsun bu rezillikten,

düşünün bir

düz olması imkansız

on bin yamuk birarada,

dört benzemez yamuk

dört yakası biraraya gelemiyor,

burada ölmek arzusundayım

‘feçes’in adının ‘kaymak’ değil,

‘feçes’ olduğu yerde

(10 Ağustos 2010)

·          


DÜZYAZI KOŞUKLAR 5

BABALAR GÜNÜ

ne tuhaf

son kez görmeye gittiğin

babana

en son 20 sene önce, paran yetip içebildiğin

bir şişe Buzbağ şarabı

hediye etmek

ve

onun da sana

kol saatini

yadigar niyetine teslim etmesi helalleşmeden

ve bir sonraki senede

babalar gününde

alıvermek

babanın kalp krizi haberini

(ölmedi)

geliveren nekrofobik panik atak

ve

ardındaki

öfke ve nefret patlaması,

baban bile olsa

bile bile çocuk yapmamış biri olarak,

hiç kimsenin seni krize sokma hakkının olmaması

ve

ardından iniveren melankoli perdesi,

hep asal yalnızdın ve yalnızsın

babanın sayesinde,

onun hediyesi 5 ölümü

cehenneminde dondururken

seni yakmasın diye

(10 Ağustos 2010)

·          


DÜZYAZI KOŞUKLAR 6

ZEP ZEP

bu

bildiğiniz

televizyon ‘zap’pi değil

Zap Suyu da değil,

Zep’ler 2 kadın

mürekkep yalamış

ve çok gezen çok bilir tarafından,

ihanetlerine artı terklerine

ve

geçen onyıllara karşın,

rüyalarımda

aynen siberuzaylarının simülasyonunu hapsettiğim,

düşlerim gerçekten gerçek

ve

benzetişimlerim

onlardan daha gerçek,

onlar da haklı

onlar da dişi

iki velet peydahlayıverdiler

iki şavalaktan

hormonlarına yenilerek

akıllarını kullanmaksızın,

deneyimlerkene

çok acıdı

çok acıdıydı

artıkın acımıyor,

düşlerim beni gülümsetiyor

hüzün dolu bir şefkat

ikisine karşı da hissettiğim

şimdilerde,

beyin yerine yürek olmayı yeğlemek

sanki bütün insanların yazgısı ve/ya takıntısı,

CERN’i bırakıp

öykü yazarı olan bir Türk kadın tanıyorum,

Zep Zep’leri ‘zap’leyeli çok oldu

üzerlerine

BEP’leyerek

CEP’leyerek

ve bilahare devamında

beyinkadınuzayım bomboş halihazırda,

ammaan bırak dağınık kalsın

(10 Ağustos 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 7

BİT PAZARI

it pazarı da olabilir

çünkü hepimiz

itten halliceyiz

Hitler’ini çıkaramayıp

bitlerce yönetilen 77 tepede,

Dolapdere dönüyor

dünya dönüyorken

dönmeyi çok bi şii saymayan

Doğukan ve Batıkan babası gibi,

Dolapdere’de ne dolaplar dönüyor

kanlar akıyor

saçlar başlar yolunuyor

aynasızlar çakaralmazlarını patlatıyor

habire ıskalayarak

alışveriş e’ele ortaya bir buçuk karışık,

bit pazarında bit de çok, it de

itlerden biri benim,

5 yılda 1.000 dividi seyretmişim bedavaya

bire alıp yüze satmışım ne bulursam

devir ‘yakaladığını öp devri’ ya,

hadi ben itim

‘it’ dense dava açacak

bir galerici ve de artı bir eleştirmen

ne arıyor oralarda?

kuru ekmeğimizi pastaları yapma peşinde herhal

biri öğrenci ve sokak tablosu alır

on binlik koleksiyon onu doyurmamış

gözünü toprak doyursun

diğeri eşcins partneriyle gezek peşinde

Dolapdere oluyor Cepdoldere,

zencilere ağız dolu küfredercesine

‘Arraap’ diye haykırıyor ‘Roman’ öz-lakaplı Çingenler

babalarını astırırkene,

hep birlikte ‘garden party’sini yaşıyoruz

faşizmin ve engizisyonun

zebaniye rüşvet vererek

açık kapıdan cennete tüyerek,

baba Karamazof gibins

gittiğimiz yerin feci canına okuyoruz

melekler ve zebaniler bizden utanıyor

biz utanmıyoruz rezilliğimizden,

24 sene okul

24 sene sokak

yaş 50

var gibi bir denge ama maç ortada hala

kırmıyorum boynumu tsunamide sörf yaparken

ahbap oluyorum kanımı içeceklerle,

Dolapdere’yi seyrediyorum gözlerim açık

ortalıkta kronik kriminaller defile yapıyor

mapustan gelip mapusa gidecekerek,

bit pazarına nur yağıyor

eskiye rağbet olunca

(10 Ağustos 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 8

KOPROLOJİ

dışkıbilimdir,

şimdi demeyin bana

bunun da bilimi olur mu?

astroloji bilim oluyorsa

bu haydi haydi olur,

şaka bir yana

klozet seyrederek epeyi teşhis konulabilir,

Çetin Abi’miz bile bu konuda ahkam kesmiştir

Türkler’inkinin bilek kalınlığında ve 3 bukleli olduğunu yazarak,

acaba kendininki miydi,

yoksa başkasınınkilere

koprofilik eğilimler mi besliyordu acaba?

inanamıyorum Çetin abi

sen masonluğun üzerine, bi de kopromanik misin yoksa?,

en bi şrink abimiz Sigmund da bu konuya takmıştı

büyüğünü etmekle sevişmek,

yani zevk almak arasında

beş benzemez bir kel alaka kurmuştu

kopromani bile var yani

oradan anlayın,

36 yıldır klozetperver

ve

alaturka ayak şeysinden nefretengiz abiniz olarak

günde 3-5 öğün ettiğimden dolayı

ve

klozeti her kezinde fırçaladığım için

habire görüyorum mereti,

halkimizin kronik sorunu olan kabızlık

nedense bana hiç uğramaz,

ancak musluk suyu içmekte direndiğim için

Sonbaş Abi’miz sayesinde

epeyi ishal olmuşluğum mevcuttur,

yeşil olur

sarı olur

hemoroit azmışsa

kırmızı olur

gökkuşağı gibidir meret,

e tabi yaşıtım her çocuk gibi

zamanında kurtlanmışlığımız da var

paniklerdim o zamanlar öleceğim diye,

şaka bir yana

feçeş gerçekten işlevseldir

meret büyükkent kanalizyonundan hallice

mıçamazsan ölürsün bir,

çoğu hastalığın teşhisi oradan konur iki,

fıkradaki gibi

hep moktan şeyler bilmemek için

koprolojiyi morgda terkedip çıkıyorum,

haa ölü kesmiş biri olarak yazayım:

ölülelerin poposu dışkı bulaşıklı olur

morgda değil

uygulamalı anatomi dersinde gördüm

(10 Ağustos 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 9

KAN, TER ve GÖZYAŞI

doğdum, doğdurmadılar, öldürdüler

bir buçuk yaşında

yeniden doğdum

doğdurmadılar, yeniden öldüm

yeniden doğdum, yeniden öldüm

ve

bla bla bla

> 

yaşadım,

10 kez

20 kez

...

sonsuz kez

ve kan

ve ter

ve gözyaşı ile

öyleyse:

sizlere kan, ter ve gözyaşı vaat ediyorum

> 

devrim yapabilmeniz için değil,

devrim olabilmeniz için

> 

bahçe biziz

diken bizdedir

> 

gelecek biziz

ölüm biziz,

sizi de bekleriz

devrim olabilmeniz için

> 

yazması kolay

yaşaması zordu,

imkansızdı

çünkü insan imkansızdı

> 

‘ustalarım’ demeyeyim

geçmişten gelen

gönüllü deneklerim vardı,

standart biyografilerini

standartdışı nekrografiler kılmış olan,

erken ölmüş olan

kaybedenler kulübü üyeleri

> 

üniversiteyi 10 yıla uzattım

askere gitmemeyi 20 yıla uzattım

sonunda deniz bitti

direksiyonu sokağa kırdım

duvara tosladım parçalandım ama kara kutu sağlam kaldı

> 

ölümcül bir yaşamcıllıktı

libidomu her gün her gün bitiriyor

her gün her gün daha fazlasını ekliyordu

volkan magması gibiydim

parlıyordum ve patlıyordum

ışıyordum

uçbeyin radyasyonuyla

> 

ışığa gelen pervaneler misali kadıncıklar

bana doğru kamikaze pikesine geçiyorlardı,

son anda maçaları sıkmayıp

küçük burjuvaziye doğru

topukları popolarında

kaçıyorlardı benden,

magandanın allahı kocalara doğru

ve bir sürü de velede doğru tabii ki

> 

yazıyordum sağanak gibi

3.500 sayfa yazdığım yıl oldu

ki bu beynimi epeyi kanattı

> 

editörlere ve yayıncılara doğru

çakılış uçuşuna geçiyordum

reddediliyordum hep

ret bile edilmiyordum daha çok

karşılanıyordum suskunlukla

> 

100 yazım yayınlandı

500 metnim reddedildi,

3 kitabım yayınlandı

50 kitap-kez reddedildim ve pes ettim

sırada 207 kitap var çünkü

henüz yol uzun daha önümde

> 

momentimiz global faşizm

ve engizisyon

ortaya koalisyon karışık,

insanlar döneniyor

bir ipin ucunda döne döne

kendini boğan koyunlar gibi,

mezbahaya kendi ayaklarıyla giden

ve tarih trenini boş boş seyreden inekler gibi

> 

yaşamla sözleşmemiz yok

kimse kimseye hiçbirşey vaat etmedi

eder gibi yaptı,

gelin kan ter gözyaşına...

geleceği birlikte yoktan var edelim,

beni beğenmezsiniz

siz tek başınıza var edin,

nahan da

kan, ter ve gözyaşı orada

(10 Ağustos 2010)


DÜZYAZI KOŞUKLAR 10

ÖLÜME TESLİMİYET

dün

sıcaktan kalp spazmı geçirdim

kan şekerim oynadı

tansiyonum indi çıktı

indi çıktı

bilincim gitti geldi

gitti geldi

devrileyazdım

> 

garip olan şey

ölüme direnmem değil

teslim olmamdı

mutlak bir teslimiyet

idi

> 

ben ateistim

yoktur tevekkülüm

ancak çok ölmüşlüğüm

ve

her nasılsa

her kezinde

çok yaşama dönmüşlüğüm vardır

> 

nekrofobim vardır

ölümden korkarım

panik atak yaşarım

ve

bu nekrofobi

artık ölüme teslimiyet olmuş

yeni öğrendim

>

tuhafıma gitti,

ölümsüzlüğün

ilk onyılında

ilk yüzyılında

ilkbinyılında,

göz göre göre

bedenimdeki onmaz hasarlarla

gaz pedalına tuğla konmuş Alamancı arabası gibi

ölüme doğru yokuş aşağı gitmek

> 

neden diye düşündüm

neden böyle?

>

libidom azaldı, belki de bitti bir

tek yaşama nedenim olan 200 kitabı yazdım bitirdim iki

yaşamam için hiçbir nedenim yok üç

bu ülkeden, bu kentten ve bu halktan nefret ediyorum dört

ki

bu kendinden de nefret demek altyazı hesabına

>

normaller anlayamaz

hiçbir intihar yetisi olmadan

kendinden ölümüne nefreti,

‘Neuromancer’deki Case’i okuyanlar

biraz anlayabilir belki

> 

kendindeki insandan nefret

kendindeki insandan özgürleşememeden nefrettir

insanların gönüllü köleliğinden nefrettir

öldürememenin Acı’sıdır

alınamamış öçlerdir

tüm insan türüne karşı kan davasıdır

> 

ancak

bu satırları

yazmak nefretimi etkilemiyor,

bir morgdaki bir cesedi seyreder gibiyim

bitmiş bir biyografiyi

tüm organları

tüm öyküsü

geride bıraktığı

tüm bir yaşamı ile

> 

şeytanı severim

beni hep o sağ bırakmıştır

ya da ben hep öyle hayal ettim,

beni sağ bırakır

ki

yaşayıp daha çok acı çekeyim,

bu kez de öyle

yine travma geçecek

yine yeni yeniden acılar gelecek

sel gibi

çöl gibi

cehennem gibi

> 

cephedeki siperi bombalanıp sağ kalmış asker gibiyim

kanseri yenmiş bir hasta gibiyim

yeni doğmuş bir çocuk gibiyim

her kezinde mucizeye şaşa kalıyorum

ancak her kezinde azalıyor tahammül gücüm

>

dün de öyleydi

zihnim siliniyordu

öylece seyrediyordum

itirazım bile yoktu

> 

bir kezinde beyin inmesi geçiren bir sinirbilimcinin

sağ kaldıktan ve iyileştirildikten sonra

kendi öyküsünü anlatışını seyretmiştim,

aynen benim öyküm gibiydi

ne olduğunu bilerek ölüme gidiyorsun,

biliyorsun

ama

bu ölmeni engellemiyor

> 

bugün biraz daha sakinim

oysa dünden daha sıcak

onlarca kez banyo alıyorum

midem açlıktan bulanıp

yemekten tiksinsem de

şeker krizi olmasın diye

ağzıma birşeyler tıkıştırıyorum

> 

ve

oturup yazıyorum

otonekrografi olarak

ey kari’ye

ölümün soğukluğu

afiyet olsun

(12 Ağustos 2010)


DÜZYAZI KOŞUKLAR 11

ÖLÜLERİME AĞITLAR 1

herkes erken ölür

ama

bu insan gerçekten erken öldü

arkasında ıpıssız bir yalnızlık bırakarak

kimseler onu anlamadan,

vahşi bir Dünya’da

uygar kalmaya çabalarken

> 

bir oyuncuydu

iyi oyuncu değildi

ama

ünlü bir oyuncu oldu

> 

onunla çok acaip bir öyküde karşılaştım

inanmamak serbest

> 

eski bir arkadaşın

o an için

eski sevgilisiydi

isteyerek kendi ayrılmıştı

ama

onu görmek istemişti

> 

saz’ist arkadaşım

beni de aldı yanına

ahşap bir villaya gittik

Boğaziçi’nin caanım yeşillikleri içinde

aç karnımızla

başka gavurların tokluklarını gördük

çatı katıydı

derin dondurucuda

sonsuz gıda vardı

beni en az 2 ay doyururdu

> 

konuştuk konuştuk

boş yere boş yere

ben bile bile

onlar bilmeden

ya da

bilmez gibi yaparak

sonuçta ikisi de oyuncu,

bir Artaud-Beckett oyunu melezi seyrederek

tek kişilik zorunlu seyirci hesabında,

geceyarısını geçti

istersek kalmamızı söyledi

ve birimizin 10 kişi sığar yatakta onla birlikte yatabileceğini,

arkadaşım yerde yattı

ben onun yanına sokak elbisemle kıvrıldım

düşümde onunla sevişip boşaldım

elim eline değmedi

bu öykünün boşluğu beni hala sarsar

> 

bir süre sonra sahneye çıktı

yine bir gavurla

adam benim caz-dans hocamdı

ve eşcinseldi,

hanım oyuna davet etti

gittik seyrettik

> 

sonrası karışık

müstakbel 2 bölümün kronolojik sırası değişebilir

> 

kendine yeni bir sevgili buldu

Amerika’da bulaşıkçılık yaparak

onu müzik okuttu

geri döndüler

> 

sonra ünlü olduğu film geldi

az sonra da genç yaşta öldü

çok çok şaşarım

canlandırdığı eroinman kız hala domuz gibi sağ

> 

ölüm haberini alınca yutkundum

delireyazdım

bu öykücükler aklımdan hiç çıkmadı

> 

20 yıldan çok geçti

ya da bana öyle geliyor

affınıza sığınarak

bir mevtanın mahremiyetini ihlal ederek

onu yazıda ölümsüz kılmak için

melankoliyle bu ağıt-koşuğu yazdım

(12 Ağustos 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 12

ÖLÜLERİME AĞITLAR 2

fakir bir musevi kız idi

Sefarad mı bilmedim,

intihar etti öldü

> 

haberini duyunca ağladım

ve az kalsın

öldürüyordum birisini,

onun ardından

‘en iyi kadın

ölü kadındır’ diyen

bir erkek olduğu için

> 

doğup büyüdüğü

ve

1 hafta sonra terkedeceği

20 küsur yıllık evinde

fotoğraflarımı çekti

hala duruyor

> 

sanatçı ruhluydu

ama

işletmeci olmak zorunda kaldı,

belki onu bu öldürmüştür

işletmeci olmayan işletmeciyim

bilirim

> 

yurtdışına gitti

telefonda 15 dakikada burs bularak,

sonra geri döndü

çalışmaya başladı

iflas eden bankalardan birinde

> 

onu arasıra uzaktan görürdüm ama konuşmazdım

hoş ben sokakta yaşayan bir ölüydüm o sıralar

ne konuşacaktım?

> 

hala bilmiyorum ve anlamıyorum

neden intihar etti?

hep sorarım kendime:

onu kurtarabilir miydim?

(12 Ağustos 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 13

KAYBEDENLER KULÜBÜ

 ‘Fight Club’dan halliceydi

bizim kaybedenler kulübü

> 

deliren bir çizer

intihar eden bir ressam

intihar eden bir kumarbaz

beleş diyalizi reddeden bir böbrek hastası

12 yıl yatan bir sürü siyasi mahpus

bol alkolik keş depresif

bol tutunamayan

bol gez göz arpacık hatalı

bol bohem taklidi

bol serseri mayın burjuva gençkızları

> 

ve

ben de aralarındaydım

daha doğrusu

ben bile öyle sanıyordum,

hiçbir göremedi 40’ını

ben şu an 50’imdeyim,

yine de 18’imde 40’ımı göremeyeceğime dair

40 kişi bahse girmişti

20’si şu an mezarda

herkes başkasını kendisi gibi bilir hesabınca

> 

neden

nasıl

ne zaman

neyle

hangi

böyle oldu?

> 

anlatayım ki

ders alsın

erken ölme meraklıları

> 

benim intihar yetim yoktu

çünkü ölmüştüm

ilk kez bir buçuk yaşımda

baytar bir doktorun sayesinde

pusulam hep yaşama doğru oldu bu yüzden

hala da öyledir

> 

kaybedenler kulübü

yumuşak libidolular

aşırı ataklar

oyunun kurallarını şaşıranlar

marjinalliği abartanlar

yani işin cılkını çıkaranlar

arasından çıkar

> 

çıkmaz

normaller arasından

yalnızca onlar fire verir

% 1’den az aşağıda

ölüm piyangosu hesabı

> 

mekanımız Hisar sahil idi

internet sitemiz bile mevcut

çokça ölenlere dair,

içkimiz önce köpek öldürendi

sonra sonra bira

birim alkol maliyeti hesabınca

çayımız Ali Baba’dandı,

kaç dergi çıkardık batırdık

o alkol sofralarında

yüzlerce metin yazdım o zamanlar

yazmayı ööle ööle öörendim

> 

kıssadan hissem ne olabilir?

kaybeden olmayıp

kazanan hiç olmayan

bir eksi varlık olarak

> 

direksiyonu bırakmayın bir

gaz frene çok yakın iki

yaşam kabızlığı yapmayın üç

yaşamla sözleşmeniz yok

ve size hiçbirşey vaat edilmedi beş

kolay gelsin

işiniz benden zor altı

(15 Ağustos 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 14

ŞİİR NEDEN YAZILIR?

şiir yazmanın nedeni olur mu?

yaşamanın bir nedeni olur mu?

insanların yaşamalarının bir nedeni var mıdır?

insanların yazmalarının bir nedeni var mıdır?

insanların herhangi bir şey eylemek için

herhangi bir nedeni var mıdır?

sahi

şiir neden yazılır?

> 

kimi ün için

kimisi para için

kimi cingıl niyetine

kimisi şarkı söz olsun diye

kimi yağmur yağdı çaktı şimşek diye

kimisi özenir

kimi en derin hissiyatından

kimisi maymun iştahından

kimi internet icat oldu diye

kimisi cins-i latif tavlamak için

kimi başka hiçbirşey yapamadığı için

kimisi yazmasa öleceği için

> 

ben aczden yaşıyorum şiiri

50 yaşımda kabullendiğim aczden

kahrımdan da yazıyorum

yenilgimden de

melankolimden de

> 

şiiri sevmemin bir nedeni

devrik ve kırık dizelerin benzemesi fena halde

Aristo-dışı mantık önermelerine

kırınımlı kaotikli

akışkanlıklarıyla

> 

neden şiir yazılır?

> 

söyleyecek sözün şiir formuna uyuyor diye

ya da hiçbir forma uymuyor diye

bir de şiiri denersin

> 

bir de internette taradım

> 

kelimelerin bittiği yerde olduğun

(her ne demekse,

şiir kelimesizmiş gibi)

bire iki buçuk verim sağlamak

(bu herhal fabrikatör)

gün bitip, yalnızlık sana kaldığı

(yani?)

insanlara gösteriş yapmak

şiiri bir mızrak gibi kullanmak

için...

de

bunlar neden sayılmaz

benim için

> 

bir yerlerden gelip

bir yerlere gitmiyor insanlar

yok ‘raison d’etre’leri

yok oryantasyonları

standart biyografilerinin

standart normlarının

standart rollerini oynuyorlar

yalnızca kendilerini kandırarak,

şiirde de böyle

yazıyorlar işte eele

> 

gelelim ‘düzyazı koşuklar’a

onun özel yazılma nedenleri var

> 

bir:

yazma rekorumu kırmak içindi,

1988:

1 günde 35 sayfa

2010:

1 günde 40 sayfa

1988 yeis idi

2010 yaşlanmanın huzuru

> 

iki:

kurmaca yazmak için,

25.000 sayfa

ve

pratikte sıfır kurmaca sayfa idi,

şimdi:

elde var 1

=

90 sayfa

> 

Bukowski sol parantez

Orhan Veli sağ parantez

ayraç arası

bir yolda yürüyeceğim

ve devamı olacak kuşkusuz

> 

devrik kırık dize

neden 4.900 yılda

ilk Mayakovski’nin aklına geldi diye

hep merak eder dururum

> 

benimkisi Mayakovski hesabı değil

(ama onun üslubunu çok takdir ederim)

daha çok

düzyazı-koşuk arası hacıyatmaz salınması

> 

sanırım

şiir yazdıkça,

epsilon da olsa

aczimi aşıyorum

zira

söylüyorum bir iki epsilon daha

güneşin altında söylenmedik söz,

ve söylüyorum daha önce söylediklerimi

daha ayrı bir kalıpta,

bir de hep olduğunca

sözcükler-im duvarı kırıp geçiyor

da ben artık gürbüzü aşkın,

obezden hallice irilikteyim

o duvarı başkaları geçsin

> 

o nedenle son soluğa dek

şiire devam

merhaba şiir merhaba

(16 Ağustos 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 15

DEVRİMİN RESMİ

ula Abidin

Küba 2010’un resmini yapabilir misin?

yuh yani

yuh yani

bunları da gördük ya’nın,

yapma lan

bırak dağınık kalsın

>,

devrimin resmini yapmak

devrimin şiirini yazmak

yerine, ancak

devrim olabilirsin,

koskoca Nazım

40’ından sonra azarak

anti-devrim bir biyografi olduktan sonra

bir kanıtı daha gelmiş olarak

>,

devrim vaa

devrim vaaa,

devrimcik vaaaa

>,

tarihte en bi devrim

2 devrim vardır

bir: Neolitik Devrim

iki: Sanayi Devrimi

her ikisi de

tarihi geriye dönüşsüz başkalaştırdı

>,

Rusya 1917

ve

Çin 1949

iki dünya devrimi idi

ama

iki dünya karşı-devrimi de oldu,

yuh yani

yuh yani

o günleri de gördük ya, oldu

>,

Fransa 1789

devrimin ad babası oldu

terörün de

hem devletsel, hem sivil yandan

yandan oohh yandan,

orası da

krala u dönüşü yaptı

Fransa hala cumhuriyetliyor

tee o zamandan beridir,

üç de yetmez beş tane

beş de yetmez yedi tane

ver şeytanım ver

>,

Türkiye 1923

Devrim idi,

adamcağızı ölmeden gömdüler

kahırdan siroz ettiler

yaptılar karşı devrim,

çok şükür

çok şükür

bugünleri görmedi

görseydi

mezarında harakiri yapardı,

karşı devrim hala sürüyor

bitiremediler gitti

caanım cumhuriyeti,

çoğu gitti

azı kaldı

>,

demek ki neymiş?

en güzel devrim

henüz yapılmamış olanmış,

örneğin bendeniz

Godot’sal bir absürdite kıvamında

Odo’nun kendi devrimince

dışta bırakılmışlığı gibi,

beni içermeyecek bir gelecekbilim yazarak

bir devrimi siklonluyorum

kelebek kanat çırpışları ile

>,

gelecek uzun sürer

gelecek (henüz) hep gelir

ve

ezer geçer

gelecek ma’dır

hiç kimsenin olandır

hiç kimsenin olmayacak olandır

hiç kimse olmayacak olandır,

gerçek devrim sürekli devrimdir

gerçek devrim uzun süren devrimdir

(haçan Troçki, kendininkini poh yimiş

bu sürekli devrim başka sürekli devrim,

milenyumlar sürer)


>,

devrim öyle bir şeydir ki

hiçlik bile yaratabilir

insan-değil bile yaratabilir

meta-zeka bile yaratibilr

ölümsüzlük yarattı bile

özdeksizlik yaratabilir,

gerçek devrim

bu Evren’i aşar

ve başka evrenlere evrim yolunu yürür

kendi Tao’sunda

(16 Ağustos 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 16

AŞK

aşk imkansızdır

faşizmde

ve engizisyonda

>,

aşk bir lükstür

fakir

çirkin

yaşlı

insanlar için

>,

aşk gerekmez

bir beyin için

olsa olsa

belki

bir yoldaş gerekir

beyin tao’sunda

>,

aşk öldürür

Türkiye 1960-2010’da

yani benim biyografimde

beni 20 kez öldürdü

>,

aşkın karşıtı

nefret değil acıdır

,,,

acının karşıtı

aşk değil bilgidir

,,,

bu nedenle bilgi

aşka

2 kez karşıttır

>,

aşk ne işe yarar?

diyorlar ki

iyi güzel doğru

insanlar yaratır

oysa ben hiç görmedim

iyi güzel doğru aşık,

milyonlarca kişi dememeyeyim

ama

yüzbinlerce kişidir

veri tabanım,

tamamına yakını Türk’tür ayrı konu

gavur aşkı beni ilgilendirmez

de

çok gördüm

onların da aşkta

baltayı taşa vurduğunu

>,

aşk ütopya mıdır?

hayır,

çok pahalıdır yalnızca

o denli libidoyu israfa değer mi?

diye, baştan düşünmek gerekir

>,

aşk perhizcisi

veya

nefret kültü

yazıyor değilim

karamsar gerçekçiyim yalnızca

>,

bizdeki aşk arabesk cinsinden oluyor

‘beni sevmeyen ölsün’ oluyor

% 30 ihanet oluyor

ortalama 2,5 evlilik oluyor

aşkımızın zehirleri veletler oluyor

pek cılk kokuyor ortalık

kısacası,

bizde millet aşık olunca

baharları falan

>,

aşk ister miyim?

isterdim herhal

uzak gençlikte kaldı

son 10 senedir istemiyorum

batıyor aşk bana

tiksiniyorum aşık insanları görünce

,,,

aşk yaşamak yerine

film seyretmek daha yeğ

Holywood’dan değil

Sarı Sinema’dan

>,

herkese izanlı aşklar dilerim

(19 Ağustos 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 17

SOYUT

hep soyut çekti beni

somutu sevmedim

hep acı verdiğinden dolayı olabilir

>,

zekam

soyut

içedönük

kuramsal

bireysel

tasarımsal

oldu

>,

düşlerimi

ve düşüncelerimi

aynı soyutlukta yaşadım

>,

hep soyutu sevdim:

soyut resmi

soyut sinemayı

soyut heykeli

soyut metinleri

ki

bunlara ‘felsefi metin’ deniyor

soyut müziği

ki

çok çok nadiren rasladım bunlara

>,

26 yıl önce

birisine soyut düşünceyi anlatamamıştım

onun için düşünce hep somuttu,

o zaman anladım

insanların içindeki yalnızlığımı

>,

soyut ne işe yarar?

>,

tarihe bakınca

insanların milyonda birinin

tarihi değiştirecek şeyler yaptığını görürüz

onların da tamamına yakını soyuttur,

çelişmez soyut ve edim

buna ‘bilgi’ deniyor, ‘praksis’ deniyor

>,

benim için söz eylemdir

çünkü

eylem bile soyuttur

oysa insanların zihninde

somut bir eylem imajı vardır

o yüzden gidip mitinglere katılırlar

>,

‘Düzyazı Koşuklar’ da soyut

şiir-mantık arası bir soyutluktalar

varlığımın yansısı soyutta somutlaştı

(19 Ağustos 2010)

·          


DÜZYAZI KOŞUKLAR 18

SIRADAN BİR GÜN

sıradan bir güne başladım

Ettore Scola hesabı,

soğuk grisi değil

sıcak sarısıydı hava

vantilatör soğutuculu gece duşlarıyla

gövde gece radyatör kaynatmasın diye

>,

güne rüyalarımla başlarım

gecenin ortasında

bu geceki en güzel rüyam

Zep Zep’lerden birinin

rüyamdaki varlığıydı

bir saatı aşkın süre

ki

rüyalarımın en uzunu on beş dakikadır,

modern dans konuştuk

ve eyledik,

1985’ten beridir

yıllardır böyledir

ama

ilk kez bu denli uzundu

ve

bu denli berrak,

şiirimsi değilse de

lirik bir rüyaydı

ki

şiir yazmanın

aczimi azalttığının göstergesidir

(ayrıca bu rüyanın

‘Zep Zep’ düzyazı koşuğunun

yayını gecesi olması

raslantı olmasa gerek)

>,

sooracımaa

uyandım sabah yedi buçukta

(güya mesai yapmıyorum)

dayadım 2 sert siyah anlık kaave

>,

ardından gelsin diskmende

Apoclayptica: ‘Cult’

ki kulaklarımda patlıyor şu an

bu ne ‘senfonik metal’dir

te be şeytancaazım

duymadım bi benzerini daha

henüz hiç

>,

ardından

seks şoptan gelen

paketi aldım kargocudan

sapık mıyım neyim?

>,

ardından

cep ceple

günlük iş konuşmaları

>,

insanat bahçesini gezeledim

faşizm ikliminin

engizisyon mevsimlerinde

cehennem buzu ve ateşiydi

>,

saat on civarında

market ve günlük liste,

içeride çakılıverdi

hakir zalim ve korkak

halkımdan biri

bir buçuk metreden kafa üstü betona yüzüstü,

nedense refleksimdir

ve

otomatik pilotum devreye girer

acil ve/ya ölümsel anlarda

can kurtarmışlığım çoktur,

bir melek oluverdim yerde yatan kadın için

yüz kiloluk

ve

bir seksen ikilik bir zebani iken,

yüzüstü idi, düzelttim sırtüstüye

konuştum konuştum, beyni gitmesin diye

(giderse dönmez geri, siz de öyle yapın)

tepki verdi konuştu

kan görünce bayılmış,

kadının başında ağlamak üzere bir çocuk

kanı alınan o,

kadına su, çocuğa meyve suyu

ve

yarasına yara bandı,

adresi sordum, uzakmış

telefon da ettirmedi,

kadın çocuğuyla yürüyüp gidiverdi

bakakaldım potansiyel bir cesedin ardından,

eve döndüğümde

apartmanın merdivenlerinde

taze ve ıslak insan kanı vardı

ki

önceki konuyla ilgisiz

çünkü kadın başka semtte oturuyordu,

söylemiştim önceden

böyle bi yer

bizim Kasımpaşa

>,

ardından

sokak

Kasımpaşa

ve

Tarlabaşı

ve

Taksim

ve

Tünel

‘gay bar’ civarı,

>,

dön geri

YKY Gassaray’a

‘Seninle Bir Dakika’

Müzeyyen Abla’sının ablacısı

mehter adımı gibi

iki ileri bir geri çalıyordu

arada da bızztlıyordu

‘sevmek tükenmez gibi

sevişmek dolmakalem’

kim dolduruyorsa

>,

eskiden seks filmleri oynatan

sinemanın önünde

yarım metre çapında

sabun köpüğü

imalatında iki gavur

İstiklal’i kalmamış

Cadde-i Kebir’de,

adam benden salaş

ayakları sabun köpüğü ıslağından yer tozu çamuru

yorulunca çöküverdi gölgeye topuğunun üstüne

>,

az ileride

Mefisto’nun hoparlörlerinde

musikiyi yoğurdum

Zep leylağı renginde

aradığım müziği kokladım

flamenko-rembetiko piçinde

ve

alaturka arabesk

Nesrin Topkapı göbek spazmında,

vitrinde üç noktaya dayalı yerküre

havada dönüyordu

nağmelere uyarak

>,

Jackie Chan kung-fu

olimpiyatlara girsin istemiş,

haklıydı gerçek katil Wang Yu’dan beri

ve

fakat aymıyordu Sarı Sinema’ya

Yeşilçam ‘gay’ eleştir-‘meme’leri

>,

döndüm eve

bezerek sahhaf olamayan sahaflardan,

kırrmızı biraladım

‘Welcome Ramazan’a inat,

oh len

dünya varmış

(24 Ağustos 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 19

RAMBO ve RİMBO

tuhaf bir dönemdeyiz

Rambo’luk ve Rimbo’luk (Rimbaud),

Rimbo’luk

çünkü:

el freni boşalmış

ve

gaz pedalına tuğla konmuş arabanın

içinde gibiyiz,

binmişiz bir alamate

gidiyoruz kıyamete

+

Rimbo’luk

çünkü:

düzyazı koşu türüne katkısı çoktur

ve diğerleri:

Baudelaire

Leutramaunt

>,

seleflerimiz

Proust ve Yitik Zamanın Ardında

Poe ve Morg Sokağı Cinayeti

Baudelaire ve Elem Çiçekleri

Shelley ve Frankenstein,

canavar olan kendileri ve yerzamanları iken

geleceği canavar diye yazdılar

>,

haleflerimiz

ölümsüzler

uzaycılar

ve diğerleri

>,

geleceğin altkültürcüleri

şimdi ve geçmiş yok olsa / edilse bile

geleceğe eksodus yaparlar

diğerleri de geçmişini ağıdını yakarlar

>,

bu

isteri değil, histeri

histerisi küçük burjuvaların

yitik zamanın ardından,

olmayan bir nostalji

yaşanmamış bir altın dönem, anlamında,

>,

Proust zamanı ‘frost’lama peşindeydi

oysa gelecek onu yaktı

>,

burada Rambo’nun işlevi

parçala Behçet’liğinde,

Rambo Rimbo’yu öpüyor

geçmişin ve geleceğin savaşında

>,

malumunuz

Ankara kördüğümü

İskender tarafından

keserek çözülmüştü

(5 Eylül 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 20

BİR BAYRAM SABAHI

bir bayram sabahı evde yalnızım

30 yıldır olduğunca,

60 bayram

200 küsur gün eder,

bunun yarısında çalıştım

bugün boşum,

hiç İstanbullu partnerim olmadı

o nedenle genelde bayramlarda bu nedenle de yalnızım,

İstanbul bir bayram sabahı için

uygunsuz bir kent,

otobüsler bedava veya yarı yarıya

varoşlar merkeze akar,

elleri apış aralarında binlerce ergen erkek

ortalığı bulandırır,

çay veya çorba içecek bir yer bulamazsınız

hatta gazeteciler bile kapalıdır,

davulcular sabahın köründe tangırdatır

zıplatır sizi uykunuzdan,

çocuklar neredeyse gün ışımadan

başlar mayınlarını döşemeye

gümler gümler ortalık,

neyse hava güzel bugün

demek ki yürünecek

‘Avara Mu’ çizgisinde,

canım işkembe çorbası çekiyor

üzerine de yarım bir çay

bakalım ya kısmet,

telefonum da çalmaz bayramlarda

hoş çalınca da nahoş haberler çıkar ya neyse

o küçücük kutudan

mideme kramplar sokar,

bu yalnızlık

asal yalnızlık

hep yalnızlık

acaip bir şey,

neredeyse benden somut

neredeyse daha var

‘hiç-ben’den,

yalnızlık öylece duruyor yanıbaşımda

ne yapacağımı bilmediğim bir bayram sabahında,

anababamı arayasım hiç olmadı

36 yıllık gurbette

otobüslere trenlere vapurlara

hep tek başıma bindim indim

uğurlayanım hiç olmadı,

kimi bayram sabahlarını yollarda geçirdiydim

eski bilet bulunamayan günlerde

eve doğruki yolculuklarda,

artık yolculuğu düşününce bile içim kalkıyor

yerleşik biri de hiç olmadım oysa,

bir Tatar’ın sürgünlüğü ve evsizliği

sürgün verdi yollarda,

yürüdüm yürüdüm

hep tek başıma,

bir bayram sabahı

hafif melankolik

çokça hazin

kalakalmışım bir masanın başında

düzyazı koşuklar döktürüyorum

boşluğa doğru

klavye başında

(9 Eylül 2010)

·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 21

İNSAN KUBURU

insan kuburuna batıyorum

boy vermece,

küçük insanım yaşasın diye

büyük insanım devredışı

,

iyi ve güzel önemli değil

önemli olan doğru,

doğrular ıskalanıyor

küçük insan kuburunda,

kendimi yanlışlardan kirlenmiş duyumsuyorum

,

yarım yüzyılı

bir çamur yığını

gibi yoğurmak

ve

bir beyin biçimlemek

bir küçük insandan,

bir standart biyografiden yaratılmış

bir astandart nekrografi ile

,

ölüm ne işe yarıyor?

diye sorulsa

doğru dürüst bir yanıt veremem pek,

yaşamın da pek bir işe yaramadığını

söyleyebilirim ancak

,

bir işe yaramayan yaşam

yaşanmasa da olur

diyerek,

kırdım direksiyonu bankete

,

50 yılın 7 x 5 = 35 yılını feda ettim

7 x 7 = 49’da geri çark ettim,

1 yıldır sakin sulardayım

Türkiye’de sakin sularda nasıl olunursa

,

sakin sularda

çokça kent soysuzu var

bir de zenginkondulular,

aralarında işi yok bir entellektüelin

boyalı kuş gibi görünüyorum içlerinde,

yine de araya kaynıyorum

arazi olarak

,

bunu neden yaptım?

,

çünki

her yan kuburdu

ondan önce

her yan ölümdü

ondan önce de

her yan doğmamaktı

en azından benim için

,

etik olan ile estetik olan

acı verici olan ile haz verici olan

arasında bir seçim yoktu benim için,

ya doğmadan ölecektim

ya da doğduktan sonra

ben ikincisini seçtim 49’umda,

kubura doğmak çok eğlenceli

yarım yüzyılın tarih bilinciyle,

koproloji ilmini hatmediyoruz işte

bir de geçmişin ölübiliminden / patolojisinden

doğmamış geleceği kurtarıyoruz

kendimizinki hariç,

kamu yararına bir

ölüm benimkisi sonuçta,

organ bağışlamıyorum da

yaşanabilir boşluk yaratıyorum

gelecek beyinler için

‘ma’ dansımla

,

kuburda yaşamanın tek anlamı bu

gerisi düz ayak ölüm

(6 Ekim 2010)
·          

DÜZYAZI KOŞUKLAR 21

BAB BİR GEÇİLİRKEN

yarımıncı yüzyılımı

bir şiir kitabı ile geçeceğimi

söyleselerdi inanmazdım

ama

önümde işte satırlar

,

bab bir birinci kapı demek

ikinci kapı belki hiç olamayacak,

öyle de olsa razıyım

ne de olsa tevekkül kemaline erdik ya

,

200 kitap 48. yıl

35 yıllık çile defterini kapatmak 49. yıl

211. kitap ‘Bab Bir’ 50. yıl

,

tümüyle acizim

yaşama karşı,

yazmayı bile bıraktım

ama

bırakmadım düşünmeyi,

Türkiye’den umudu kestim

ama

o belki benden umudu kesmemiştir

,

para için

geçmişbilim yazıyorum,

yaşamımda ilk kez

doğru dürüst telif aldım,

kutladım 4 Kırrmızı birayla,

nedense şarap içmedim

kapıdan girmiş

kışa rağmen

,

para fakiriyim

bu beni giderek yoruyor,

teslim olsam bile

alacak kimse yok,

mezarı bile olmayanlardanım

,

aşk

seks

çocuk

aile

dostluk

unutulmuş gençlik hayalleri

biraz da kabusları

,

gelecek düşüm hiç bozulmuyor nedense,

hesaplarım doğru çıktığından

veya

ben öyle sandığımdan dolayı olsa gerek,

sanki Hoca’nın göle mayası tutmuş gibi

,

‘Bab Bir’ bitse de

bitmiyor Tao

bitmiyor Lu Usta,

buna hiç mi hiç şaşmıyorum

,

evim hiç olmadı

ama yolumun kapısı var,

belki

‘Bab İki’ de yazılır bir gün

yazılmasa da olsun,

elde var melankoli

nekrografimin yeisi

yazdıklarımın neşesi

yeter de artar bana,

üstü kalmasın

bahşişi sevmem

cehennem sofrasında,

kimseyi zengin etmedim

zebaniler de fakir kalsın

benim gibi

(18 Ekim 2010)

·          

BAB İKİ

DÜZYAZI KOŞUKLAR

=
 
Nesir Şiirun

Yazarın Yayınlanmış Kitapları

Sinema ve Kuram, Orient yayınları, Aralık 2004
NEK, bilim-sanat-düşün-deneme, Çapraz Kitaplar, Nisan 2005
Gelecekbilim ve Kuram, siyasal / kültürolojik - deneme / eleştiri, Ağustos 2005


İÇİNDEKİLER

Düzyazı Koşuklar 1

Beklemek

Düzyazı Koşuklar 2

‘Fight Club’

Düzyazı Koşuklar 3

Porno Şeysi

Düzyazı Koşuklar 4

Ölüme Bir Ki Kalkıyor

Düzyazı Koşuklar 5

Laz Komşular

Düzyazı Koşuklar 6

Mart Ayına Girememek

Düzyazı Koşuklar 7

Küçükpazar Turu

Düzyazı Koşuklar 8

Yazı İşçiliği

Düzyazı Koşuklar 9

Klavyemden Aşşaa, Kassımpaşşaa

Düzyazı Koşuklar 10

Ölümüne Bir Yalnızlık

Düzyazı Koşuklar 11

İhtiyarlar Baladı

Düzyazı Koşuklar 12

Yenibosna Bit Pazarı
DÜZYAZI KOŞUKLAR 1

BEKLEMEK

Bab İki beklemekle açılıyor

,

yaşamım boyunca bekledim

üstelik hiçbirşeyi beklemeden bekledim

beklediğim Godot bile değildi

,

beklediğimin belki ismi yoktu

belki cismi yoktu

henüz bilemedim

epsilon birşeyler bilmeye başlıyorum yalnızca

yeni yeni

,

ev bile beklemedim

zaten

evim hiç olmadı

yarım yüzyıldır

,

neden böyle?

,

yanlış zaman

yanlış yer

yanlış deha

,

sıradan bir insan hiç olamadım

bakım alışkanlıklarım bile olmadı

inanılmaz döküntüyümdür

,

deliliği zaten beklemem, kendi gelmiş

verili doğuştan ya da ölüşten

,

bekleyişimin cismi ne olabilir?

bir varlık hacmi belki,

denedim, tırnaklarımla kazıdım

siper veya mezar niyetine,

bir avuç çukur açtım

ona bile girdirmediler

,

Kafka

‘derisi çıplak’ diyor

bizim gibilere

yaşamın ve insanların her darbesi parçalıyor,

özdeşsizlik ve kimliksizlik

zırhsız ve kalkansız bırakıyor zihni

ama onların olması da

çok ağır bir zul dehaya

,

boşluk olabilir

henüz kullanılmamış gelecek gibi

,

yokluğundan böylesi bir boşluğun

çok yıkıcıyım

kendime ve insanlara karşı

tabii yine de başaramıyorum

o boşluğu açmayı ve/ya

duvarda bir kapı kırmayı

,

acizim anlayacağınız

görüldüğü üzere

oturup şiir yazıyorum aczimden

,

bir mapusa sığınmayı arzuluyorum

canımın acısından,

yaylım ateşin hedefindeyim

hiç öğrenemedim kendimi korumayı

,

beklemek

neyi beklediğini bilmeden

Bab İki’nin kapısında

(25 Ekim 2010)

DÜZYAZI KOŞUKLAR 2

‘FIGHT CLUB’

‘Fight Club’

bir ‘soap opera’ değildir demiştim

11 Eylül 2001 günü

bizim hesapla bir ikindi vakti,

filmin finalinde de

iniyordu gökdelenler aşağı

,,,

‘Fight Club’ olsa olsa

daha çok

bir ‘Otomatik Portakal’ idi

köpük köpük kan kardeşlerim

hesabı

,,,

bizim ‘Fight Club’ mensupları

aynı zamanda

‘Kaybedenler Klübü’ müdavimiydiler

,,,

çok beceriksiz oluyor

bizim teröristler,

habire kendilerini

havaya uçuruyorlar acemilikten,

1 Unkapanı Köprüsü

2 Taksim Meydanı

1 de Harbiye Orduevi

civarında

,,,

tuhaftır ama

zor kurtardıktan sonra canımı

20 metre ötedeyken

2003 Galatasaray bombasından

canlı bombaya saygı duymuştum

beni bile temizleseler idi

,,,

zor oyunu bozar

kurtlar sofrasındayız

insan insanın kurdudur

vesair inzair

,,,

bir insan nasıl bu noktaya gelir?

diye soruyor burcuvalar

yani kentsoysuzları,

soru yanlış:

neden tüm insanlar bu noktaya gelmiyor?

sömürü aynı sömürü

zulüm aynı zulüm

demek ki

kalıp aynı kalıp değil

suret aynı suret değil

öz aynı öz değil

insan değil ötekiler

,,,

insan kalmaya çabalayanlar ölüyor

veya öldürüyor

benim gibi

ben de ölenlerdenim

o nedenle bir daha ölmeye

ne gücüm ne de arzum yok,

o nedenle saygım çok

kendiliğinden ölebilenlere

,,,

‘Ghost in the Shell’ deki Batu ne diyor?:

3 kerre söyledim anlamadınız

oysa düşman bir kerre bile söylemez

savaş baltası topraktan çıktıktan gayrı

kansız geri gömülmez

,,,

tuhaftır, kimi

sanat eserleri yaşamı geçiyor,

o zaman da

insanlar yaşamlarını sanat eseri kılıyorlar

kanla boyuyorlar ömür kanvaslarını

,,,

demek ki

gelecek

kan ile gelecek

hep gelecek

herkesi ezip geçecek

ve kendi de

bir geçmişbilim nesnesi olup ölecek

olacak

ve bitecek

,,,

yani:

‘Fight Club’

işin süs kısmı yalnızca

(4 Kasım 2010)

DÜZYAZI KOŞUKLAR 3

PORNO ŞEYSİ

hiç kerhaneye gitmedim

daha doğrusu

para verip hiç sevişmedim

yoksa girdim kapısından içeri

ergen lavuklar zorla ittiğinden

,,,

hayat kadını olmak

aşağılamaz bir kadını

ama

aşağılar bir erkeği

bir kadınına

para verip sevişmek

,,,

porno da öyledir:

porno filmlerde

kadınlar değil

erkekler aşağılanır

çünkü hiç orgazm olmaz

porno tipi hayat kadınları

ki

onlar genelde genelev

işlevini işlemezler

,,,

pornoyu severim

sapıklığımdan değil

sevdiğimden masturbasyonu

bir kadınla sevişmek yerine

,,,

nedense Türk bakireleri

pornocu hemcinsleri gibi

orgazm olmamakta ısrarlıdırlar

oldukça ağır işçilik ister

onları orgazm etmek

bilfiil tecrübeyle sabittir

,,,

Henry Miller deyimiyle

ölü inek gibi yatar

Türk kadınları sevişirken

toplu bilisizlik

onlara öyle öğretmiş

,,,


öğrenemezler bir türlü

adetlerini hastalık saymamayı

bir de

çetelesini tutmayı

ilk günlerini kanamalarının

,,,

o nedenle

porno şeysi oluyor

bendeniz nezdinde

Türk erkeğinin seks şeysi

(6 Kasım 2010)

DÜZYAZI KOŞUKLAR 4

ÖLÜME BİR Kİ KALKIYOR

ölüm bir ki kalkıyor kalkıyor

,,,

gittim döndüm

minik bir ring sefer ile

21. kez Azrail’e çalım attım

Şeytan bana feci torpil geçmekte

,,,

ürtiker krizi idi

dolmamış kaçak minibüs

yolculuğunun şeysi,

kabaca 7 nedenli

ana neden kuşkusuz stres idi

öyle bir dert gelmişti ki başıma

çıkaramasaydım yanmıştım

çıra gibin

,,,

8 sabahtır

uyanıyorum bülbül sesleriyle

betonarme Kasımpaşa’da

ki bu en son

25 yıl önce vuku bulmuştu

ikinci köprüsüz Urumelihisarı’nda

,,,

tan tan

alacakaranlık alacakaranlık

şiir çağlıyorum

içim kaparıp dolup taşıyor

,,,

bu ne güzellik imiş yaşamınki

inanın unutmuşum

bir kez daha iman tazeledim

ölüme ve yaşama karşı

,,,

tuhaftır ama

ölümün gelişini sezmiştim

(hissetmiştim değil, hesaplamıştım)

ve pozisyon almıştım

dalgaya buruna karşı,

o sayede atlattım vartayı

gerekli bir iki takla ve slalom var idi

sakarca da olsa, eyledim onları

hamlamışım,

üzerimdeki ölü toprağı kalktı

kortizon kırdı

katatonimi ve ezik benliğimi

ki

Kasımpaşa argosunda

ezik çok ağır hakarettir

lümpen proleteyanın bile

daha aşağısını imler

sokak dilinde

,,,

bu kezinde

gerçekten sıfırdan başlıyorum

borç ve alacak

çek çizgi

elde var ben

,,,

para kazanmaktan utanıyordum

artık utanmıyorum

zaten almışım yeni, ilk kez

50 yaşımda telifimi,

olmuşum geçmişbilimci

aslen bir gelecekbilimci iken,

e abi tabi

satçak malı pazara sürcen

,,,

birazdan gün doğacak

sabah çayımı içeceğim

ihtiyarlar kahvesinde

onlar çoktan yerlerini kapmıştır

sabaha namazlarını kıldılar bile

,,,

sonrası mı?

sonrası Şeytan kerim

(25 Kasım 2010)

DÜZYAZI KOŞUKLAR 5

LAZ KOMŞULAR

Lan abidin

ebeni çizeyim

ne biçim oryantasyon bu,

oryentasyon değil

vesternasyon bile değil

oryentalizm hiç değil

oryantal rakkase büyük kase

olabilir belki,

tutturamadın Kasımpaşa’da

Eyüp’ün üstündeki bulutları

ve yahut masmavi gökyüzünü

e tabi, Paris’ten o kadarı

görülmez, Laz fıkrası hesabı

> 

yıllar önce

Laz bir kız arkadaşım

Lazlar’ın irtifa farkından

tırlattığını, hatta bunu

bizzat kendinin de yaşadığını söylemişti

gülüp inanmamıştım ama

yıllar öpe öpe doğruyu öğretti,

Lazlar’ın Kasımpaşa görmüşü

daha da tırlak oluyor,

düşünün: kaçak elektrikle

yazın klima, kışın kombi hesabına

ısınan 10 metrekarede 15 kişiyi

ki geometrik paketleme

problemlerinde bile

bu çözüm yoktur,

görmedim duydum

zaten sorun da bu:

24 saat duyuyorum,

günde 5 saat falan uyurlar

geri kalan 19 saat

5 velet, 5 genç, 5 yaşlı

birbirini dinlemeden

konuşur aynı anda

Beckett absürdünden beter

> 

Beckett dedim de,

bu şavalak Joyce’un sekreteriymiş

o Nobel alamamış, bu almış

anca, ikisinin de aklına gelmemiş

İRA ve Michael Collins,

hani cumhurbaşkanı yoldaşı tarafından öldürtülen

sanki tanıdık bir öykü, di mi?

> 

düşünün bir:

ya Beckett İrlandaca yazsaydı?

> 

Lazlar Türkiye’nin

tek gerçek sarışın halkıdr

Anadolu’ya bile gelen

İskandinavlar’dan dolayı,

hemen hiçbiri Lazca bilmez ama

türküsü boldur lazca’nın,

bizimkiler Karadeniz türküsü de dinlemiyor

o denli feleklerini şaşırmışlar

> 

kendileri feleksiz

benim de feleğimi şaşırttılar,

ölemezsin, öldüremezsin

çüşle durduramazsın bir durum

> 

muaf sayamıyorum onları hukuktan

bir gün canlarına okuyacağım

(30.12.10 + 04.01.11)

Dipnot: Yarım kaldı.

DÜZYAZI KOŞUKLAR 6

MART AYINA GİREMEMEK

yaş 51

aylardan mart

ve fakat giremiyorum kedisel mart ayıma

emekli olmuşum

,

bahara da giremiyorum bir 10 yıldır

ruhum hep hazan

göğüm hep bulutlu gri

yine de parlak

,

Türkiye izin vermiyor

gönlüme cemre düşmesine

engizisyonun cehennem buzu var ülkemde

yakamıyorum ateizmimin kamp ateşini

sokak çocuğu ve serserisi pikniklerimde

,

pek ıssızım

pek yapayalnız

pek hüzünlü melankolikimsi

,

ucube

entellektüel ve proleter

takılıyorum

ucube semt Kasımpaşa’da

,

canım yanıyor

klavyem de öyle,

ülkem cehenneminde

klavyem cehennem sıcağında

,

gidemiyorum

kalamıyorum

bu bin kocadan arta kalan

şehirde(n)

,

bitmiş ve yeni başlamış

bir sürü yaşam parçasını

yama işi bohçalamaktan

teğel geldi gari

ipliklerim tel tel dökülüyor

,

4 aydır alkolsüz bir alkoliğim

2. ürtiker krizim

3. gribim

hayatımın ve ömrümün

en hasta kışını yaşattı bana

,

absürd bile değilim

anlamlıyım

ama aradığım kelimeler

henüz var olmayan ülkede

,

nasıl olsa yazılacaklar

acelesi yok,

acelesi var

şu sağlığın

ayaklarım üzerinde dikelmek istiyorum artık

hastalıktan bıktım,

bıktım bu ülkeden bıktığım denli

bıktım bu İstanbul’dan bıktığım denli,

yeter gari

düş yakamdan Şeytan

(1 Mart 2011)

DÜZYAZI KOŞUKLAR 7

KÜÇÜKPAZAR TURU

Küçükpazar dediğin

Unkapanı berisi

Süleymaniye altısı

,

bilirim oraları 5-10 yıldır

ama

giremezdim kolay kolay

oranın henüz ajentrifiye

ahalisinin içine,

kısmet bugüneymiş

,

daralınca Kasımpaşa yolları

ve seyyar pazarları

iş tabanvaya düştü

vurdum yollara yollara

aştım köprüyü köprüyü

,

sol aşırtmaca daldım

sidik ve yaş odun kokulu ara sokaklara

iyi de yapmışım,

siftahladım yeni tür

hurdacı-seyyar-çöpçü terkibi satıcıdan

ehven fiyatlı kitaplarla

,

iş tamam iştir

ne de olsa yevmiye doğrultulacak

ve fakat serde yazarlık var

İstanbuul Sookaaklarıı da yazılacak zorunluca:

,

yeni bir varoş peydahlanyor

şehrin göbeğinde,

eskiden varoş altı idi

gerisini siz düşünün,

her ev odun kömür yakmakta

borular pencerlerden fırlamış

mavi gri tütmekte,

neredeyse bulsalar tezek yakacaklar

hoş tezek kokusu da var havada,

tam doğal insan:

Homo Naturus

naturası sağlam

doğal seleksiyona bi milenyum önce

Anadolu’da uğramış,

,

ilginç bir Japon kale maç olacak

önümüzdeki baharda oralarda

proleter entellektüel

sınıf atlama sonuncusu halkına karşı

tara ra ra raam

(2 Mart 2011)

DÜZYAZI KOŞUKLAR 8

YAZI İŞÇİLİĞİ

şiiri akıtıyorum

kompozit alaşım dökümlerine,

çeliğe su vermiyorum

veriyorum kan

Şam işi

(3 Mart 2011)

DÜZYAZI KOŞUKLAR 9

KLAVYEMDEN AŞŞAA, KASSIMPAŞŞAA

tipi tipi bir havaydı bugünkisi

kalktım kar altında Küçükpazar’a yürüdüm

satacak bir şeyler bulurum umuduyla,

Unkapanı Köprüsü’nde uçuyordum neredeyse

herkes kapalı mekanlara araziydi,

bense kedi yavrusu gibi ıslak

döndüm eve

klavyemden aşşaa, Kassımpaşşaa

(9 Mart 2011)


DÜZYAZI KOŞUKLAR 10

ÖLÜMÜNE BİR YALNIZLIK

ölümüne bir yalnızlık benimkisi

annemi bile sevemedim

üstelik yakınmadım hiç sevgisizlikten,

benim gibilerin

yargısız toplu hükmü idam oluyor

alışkınım öldürülmeye

bedenen ve zihnen,

bundan bile yakınmam

kader gibi gördüğümden değil

olağan gördüğümden,

okuduğumdan benden öncekilerin

nekrografilerini,

ölümüne bir yalnızlık

ender olarak yaratıcılık getirebiliyor

benimkisi öyle

hep öyleydi buna hep şaşarım,

sanırım öldüğümde

kurmaca olmayan

telif dalda

dünya rekortmeni rekortmeni olacağım

400 küsur kitapla,

Freud’un rüya yazma rekorunu kırdım = 500

Shakespeare’in sözcük yaratma rekorunu kırdım = 2.000

kırarım bunu da

hünerime şaşmadan,

herşeyin bir bedeli var

var bu hünerin de bir bedeli:

hep terkediliyorsun

nedenini düşünmeye bile çalışmadan,

insan katarı

takır takır geçiyor

tıkır tıkır

yıllar geçiyor,

ölümüne bir yalnızlık

elbette

mezarı bile olmadan bitiyor

(20 Mart 2011)

DÜZYAZI KOŞUKLAR 11

İHTİYARLAR BALADI

benim balad

Attila İlhan’ınki gibi

epik aruz değil

epistemolojik nekrografi,

ot gibi gelemeyip

sap gibi gidemeyenlerin baladı

,

bunlar dizilirler

cami önlerine

eski su damacanaları gibi,

dinlerler

kendilerinden önce ölenlerin

salalarını,

işte o salalar

bizim baladlardır

,

benim baladın

bestesi yok,

hak etmiyor benim tanıdığım ihtiyarlar

ölümlerinden sonra

hayır ile yad’ı,

tüm yaşamları

insan kuburunda

şer’le idopdolu, vidanjörlük

,

ancak bu moruklar

iyi gübre oluyor

tarihe, ibret-i alemlik,

bazı ölümler

epeyi yaşamdan yeğdir

(23 Mart 2011)

DÜZYAZI KOŞUKLAR 12

YENİBOSNA BİT PAZARI

caanım Kassımpaşa

belden aşağını yiyeyim senin,

maalumunuz Kasımpaşa Bit Pazarı’nı

daha önce yazmış idiydik,

bu kez de

Yenibosna Bit Pazarı’nı yaazalım

,

şeytanım o neydi öyle be yav

Caddebostan Migros’tan küçük bir avm

otoparkında sözde antikacılar,

çok it gördüm

çok bit gördüm

çok Çingen gördüm

vallaa böölesini göremediydim,

bu denli aşağı

daha aşşaağı

b6 = bodrum altı katlara inin

toplumsal katmanlarda

paçavra lümpenleri geçin

ezilenleri geçin

kaybedenleri geçin

marjinalleri geçin

ayralları geçin,

yaav daha da beteri var imiş

bilemedik

cehaletimizi bizzat

cümle aleme teşhir ederiz

,

açlıktan nefesi bile kokmuyor

Koç rölü oynayan bir hötöröf koyun,

(başka bir hanımcık satamıyor

Müslüman mahallesinde tesbih,

çünkü oltu taşı

kahve tesbihi

çekişine gelmiyor,)

çirkinlik vaa, çirkinlik vaa

amaa ve lakin böölesi nassı vaa

anlamiyem

ve hepsi Hürrem Sultan rolünde

dizi moda ya

sırıtıyor yağları kırışları bönlükleri

Equus tarağında kelebek misali

,

erkekler desen

andropoz degil, inpotent degil

uuzing göremeden ölenler cemiyeti has üyeleri,

(ne edebiyattı ama

bunu anlayan bana not atsın,

yağdı yağmur çaktı şimşek

şiirlerimi imzalayacaam),

ellere var da, bize yoh mi

yooh mi yooh mi

elleri var da bize yooh mi?

ahan da bu

üzerine bastın

ayağını kaldır

aman feçes bulaşmasın

,

12 (yazıyla on iki) saat dikildim o alemde

bi siftah bulamadım

gün akşam gün akşam

gün akşam oldii

ellere de yoktii

bize de yohtii

İbo’ya bilem yoohtii

,

gidişi boşvereyim

tersine bantını sarıim

biraz da

geri dönüşün

,

sokak ilmini bilen

benim gibi sokak piri

amma benden çok çok daha aristokrattan

yanimkilim

epeyi yukarıdan aşşağı düşmüş bir abim

tesadüfün iğne deliği

tezgah komşumdu

hem de beni oraya çağıran adam

Fransa turunda olduğu için

artı

onun yerine tezgah açtığım için

,

bindik 73 nolu helk otobüzüne

ahan da, saniye bir

ofsayt bir, gol iki, lümpenlik üç,

bir genç kız

oturmak için yerini verdiği

ortadan yukarıda yaşlı bir bayana

anlatmaya başladı

evinden bir arkadaşınının

cep telefonunu nasıl yürüttüğünü:

şıklar çok:

bir: hanım para arıyor

iki: hanım erkete

üç: hanım cumartesi akşamı menisi arıyor

graffiti yazdıracak

frotörlere mesaj çekiyor altyazı

,

15-20 duraklık süreçte

her durakta

insanlar daha bir Taksimli

daha bir medeni oluyorlardı,

kuyrukta önüme geçip de, arkaya postaladığım

dilenci çingen hanım dahil,

şimdi gelsin Marx

şimdi gelsin Adorno,

anlatsın bana

alaturka lümpen proleteryanın

bu kimliksel Godot arayışını,

benim izahım basit:

doğruyu herkes biliyor

hem de domuz gibi

ama kulak arkası yapıyor

gerekince lazımlık olur diye

,

açıkçası:

bu ne doğu

bu ne batı

ne de oryentalist / tanzimat davranışı,

bu resmen 3. liberalizm deliğinin

bir toplumsal vakum gibi,

bir sülük gibi,

halkımızın ahlakını

ve

dinini nasıl yuttuğunu imler,

ilk önce bizde imler

sonra Mısır vesairede imleyecek

absürdlükte öncüyüz ya

,

breh breh breh

kalemimden ishal kanı damladı bee

,

şaka bir yana:

bu satırları bana yazdırdığı için

tüm İstanbullu olmayı reddeden

o gariban taşralılar

o gariban Alamancılar gibi

kazanacak bir şansı bile olmayanlara

çook teşekkürler

,

zaten

akıllılar ve bilgililer

aptallardan ve cahilllerden

öğrenir

tersi pek mümkün / vaki değil tarihte,

olsaydı

devrim bu denli imkansız olmazdı

liberalizm bu denli mürit bulmazdı

,

halkımız, yani ben, yani biz için 3 defa:

kahrol kahrol kohrol,

Nazım için kahrol

Deniz için kahrol

Reha için kahrol,

sonuncu bedeli bizzat önümüzdeki günlerde

gayet yakinim

hatta bizzat kendim olan

halkimizdan tefeci faiziyle

tediye ettireceğim,

öl lan halkım

sahteni öl

ve

asıl yaşama başla

(26 Ekim 2011)