İÇİNDEKİLER
Düzyazı Koşuklar 1
Başlıksız
Düzyazı Koşuklar 2
Başlıksız
Düzyazı Koşuklar 3
Ters Taklalar
Düzyazı Koşuklar 4
İstanbul Sokakları ve/ya Kasımpaşa Çirkinlemesi
Düzyazı Koşuklar 5
Babalar Günü
Düzyazı Koşuklar 6
Zep Zep
Düzyazı Koşuklar 7
Bit Pazarı
Düzyazı Koşuklar 8
Koproloji
Düzyazı Koşuklar 9
Kan, Ter ve Gözyaşı
Düzyazı Koşuklar 10
Ölüme Teslimiyet
Düzyazı Koşuklar 11
Ölülerime Ağıtlar 1
Düzyazı Koşuklar 12
Ölülerime Ağıtlar 2
Düzyazı Koşuklar 13
Kaybedenler Kulübü
Düzyazı Koşuklar 14
Şiir Neden Yazılır?
Düzyazı Koşuklar 15
Devrimin Resmi
Düzyazı Koşuklar 16
Aşk
Düzyazı Koşuklar 17
Soyut
Düzyazı Koşuklar 18
Sıradan Bir gün
Düzyazı Koşuklar 19
Rambo ve Rimbo
Düzyazı Koşuklar 20
Bir Bayram Sabahı
Düzyazı Koşuklar 21
İnsan Kuburu
Düzyazı Koşuklar 22
Bab Bir Geçilirken
(Ağustos – Ekim 2010)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 1
BAŞLIKSIZ
akıp gidiyor ölüme doğru,
bir beyin, tao’sunda
>
döneniyor raksediyor birlikte
içindeki zihin cesetleriyle
>
eskiden kendi ‘yeis’lerini tutardı
imdide ‘aslolan ölümdür’de özgür
>
ve su boğuyor
ve ateş yakıyor
ve engizisyon çarmıha geriyor
ve faşizm çalıştırarak özgürleştiriyor
açıkhava toplama kampı ülkesinde
ve isyan çok yavaş birikiyor
>
söz bitmiyor
söylenmedik sözler yarattıkça
>
bir yol kendini yürüyor
sonsuzluğa doğru,
acz şiirini yazıyor
(10 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 2
BAŞLIKSIZ
Yesenin intihar etti
devrim onun yolunu öldürünce,
intihar etti
ardındaki Isadora’nın da yolunu bitirerek ki o,
boynundaki eşarbı arabaya dolamak gibi
acaip bir seçenek kullandıydı,
Y. dedi ki
yeni bir şey değil yaşamak,
Mayakovski onu eleştirdi
öldüğü için,
sonra o devrimi yapacakken
devrim onu yaptı
devrim en yaratıcı çocuklarından birini yedi
M. de intihar etti
geride pantalonlu bir bulut bırakarak,
>
illa intihar gerekmez
Bukowski içer
Özlü kanser olur
Freud puroya dadanır
kimi tımarhaneye kaçar, toplama kampı yerine
kimi hem Ruslara, hem Almanlar’a karşı savaşır
insan cehenneminden ölerek çıkmak için,
>
ben yazmaya dadanıyorum
ölmek
ve yeniden doğmak
ve yeniden ölmek
için,
>
den den gider
(10 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 3
TERS TAKLALAR
Kuzey-Güney
Doğu-Batı,
dayatıyor ‘insan imkansızdır’ı
gırtlağına çökerek insanın
kendi cehennemlerine seni de diplemek için,
sigara molasız,
kolayı var
dikme alıyorum uzaya
oluyorum uzaycı
anında insan evriliyor
ve
duvar çatlayıveriyor
>
tabii dikmenin karşıtı da var
o da iniyor,
hayır
‘Arz’ın Merkezine Seyahat’ değil,
içkin aşkınlığa
ki
Asimov’un psiko-tarih’inde
bu telepati olur
ki
yanlış sorunun yanlış yanıtı olarak
çifte değillenir
ki
içkin aşkınlık
gerçekten de vardır
Lao’nun Tao’sunda,
caan’ım ustam benim
terketmeyi bilmeyen benin
bu kadar keyifle terkettiği biricik kişidir,
çünkü
sonsuz olmayan Tao
Tao değildir,
sonsuz öldüğüme göre
sonsuz ‘ma’ benimdir
ki
kendi sonsuz olanı sonsuzlamak
Tao’da bile tanımsızdır,
Lao Çin Seddi’ni Batı’ya doğru geçti
ve yitti,
>
ben İstanbul’dayım
insanlığın Çin Seddi’ni aşmış olarak
ve kendimde içkin,
bir kendi-değil olarak
(10 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 4
İSTANBUL SOKAKLARI ve/ya KASIMPAŞA ÇİRKİNLEMESİ
4 küsur yıldır Kasımpaşa
kültürel ve zihinsel
regresyona soktu beni,
hayvanlaştım
ve mutluyum,
çünkü daha önce beceremezdim
Hassel’in erkek asker doğrayan kadın askerlerinden acımasız olmayı
ve köpeklerin kırmızı ışıkta durup
onların durmadığı insancıkların arasında yaşamayı,
fonda Özdemiroğlu’nun
‘İnsanlar İnsancıklar’ı çalsa gerek,
anca Önal söylemesin
berbat ediyor aracmanı,
‘Haşhaş’ filmi de yok
fonda klip niyetine
doğrudan damardan var,
ileride Müslüm Baba
‘Istanbuul Sokoakları’nı prozodileyecek,
burada en çok Kibariye var
‘İstanbul Sokakları’nı cazlayabiliyor
her nasıl yaptığını anlamasam da,
Kasımpaşa doğal olarak aşağıda
Türk erkeğinin beyninin olduğu yerden,
Marx eksiklemiş
‘lümpen’ deyimini,
daha aşağısı da var
ama
en aşağısı yok
e’ele dipsiz kuyu misali,
negatif egzistansiyalizm değil
eksi sonsuz banalite,
zehire harmanlanınca
ve bağışıklanınca
keyifleniyorsun bu rezillikten,
düşünün bir
düz olması imkansız
on bin yamuk birarada,
dört benzemez yamuk
dört yakası biraraya gelemiyor,
burada ölmek arzusundayım
‘feçes’in adının ‘kaymak’ değil,
‘feçes’ olduğu yerde
(10 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 5
BABALAR GÜNÜ
ne tuhaf
son kez görmeye gittiğin
babana
en son 20 sene önce, paran yetip içebildiğin
bir şişe Buzbağ şarabı
hediye etmek
ve
onun da sana
kol saatini
yadigar niyetine teslim etmesi helalleşmeden
ve bir sonraki senede
babalar gününde
alıvermek
babanın kalp krizi haberini
(ölmedi)
geliveren nekrofobik panik atak
ve
ardındaki
öfke ve nefret patlaması,
baban bile olsa
bile bile çocuk yapmamış biri olarak,
hiç kimsenin seni krize sokma hakkının olmaması
ve
ardından iniveren melankoli perdesi,
hep asal yalnızdın ve yalnızsın
babanın sayesinde,
onun hediyesi 5 ölümü
cehenneminde dondururken
seni yakmasın diye
(10 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 6
ZEP ZEP
bu
bildiğiniz
televizyon ‘zap’pi değil
Zap Suyu da değil,
Zep’ler 2 kadın
mürekkep yalamış
ve çok gezen çok bilir tarafından,
ihanetlerine artı terklerine
ve
geçen onyıllara karşın,
rüyalarımda
aynen siberuzaylarının simülasyonunu hapsettiğim,
düşlerim gerçekten gerçek
ve
benzetişimlerim
onlardan daha gerçek,
onlar da haklı
onlar da dişi
iki velet peydahlayıverdiler
iki şavalaktan
hormonlarına yenilerek
akıllarını kullanmaksızın,
deneyimlerkene
çok acıdı
çok acıdıydı
artıkın acımıyor,
düşlerim beni gülümsetiyor
hüzün dolu bir şefkat
ikisine karşı da hissettiğim
şimdilerde,
beyin yerine yürek olmayı yeğlemek
sanki bütün insanların yazgısı ve/ya takıntısı,
CERN’i bırakıp
öykü yazarı olan bir Türk kadın tanıyorum,
Zep Zep’leri ‘zap’leyeli çok oldu
üzerlerine
BEP’leyerek
CEP’leyerek
ve bilahare devamında
beyinkadınuzayım bomboş halihazırda,
ammaan bırak dağınık kalsın
(10 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 7
BİT PAZARI
it pazarı da olabilir
çünkü hepimiz
itten halliceyiz
Hitler’ini çıkaramayıp
bitlerce yönetilen 77 tepede,
Dolapdere dönüyor
dünya dönüyorken
dönmeyi çok bi şii saymayan
Doğukan ve Batıkan babası gibi,
Dolapdere’de ne dolaplar dönüyor
kanlar akıyor
saçlar başlar yolunuyor
aynasızlar çakaralmazlarını patlatıyor
habire ıskalayarak
alışveriş e’ele ortaya bir buçuk karışık,
bit pazarında bit de çok, it de
itlerden biri benim,
5 yılda 1.000 dividi seyretmişim bedavaya
bire alıp yüze satmışım ne bulursam
devir ‘yakaladığını öp devri’ ya,
hadi ben itim
‘it’ dense dava açacak
bir galerici ve de artı bir eleştirmen
ne arıyor oralarda?
kuru ekmeğimizi pastaları yapma peşinde herhal
biri öğrenci ve sokak tablosu alır
on binlik koleksiyon onu doyurmamış
gözünü toprak doyursun
diğeri eşcins partneriyle gezek peşinde
Dolapdere oluyor Cepdoldere,
zencilere ağız dolu küfredercesine
‘Arraap’ diye haykırıyor ‘Roman’ öz-lakaplı Çingenler
babalarını astırırkene,
hep birlikte ‘garden party’sini yaşıyoruz
faşizmin ve engizisyonun
zebaniye rüşvet vererek
açık kapıdan cennete tüyerek,
baba Karamazof gibins
gittiğimiz yerin feci canına okuyoruz
melekler ve zebaniler bizden utanıyor
biz utanmıyoruz rezilliğimizden,
24 sene okul
24 sene sokak
yaş 50
var gibi bir denge ama maç ortada hala
kırmıyorum boynumu tsunamide sörf yaparken
ahbap oluyorum kanımı içeceklerle,
Dolapdere’yi seyrediyorum gözlerim açık
ortalıkta kronik kriminaller defile yapıyor
mapustan gelip mapusa gidecekerek,
bit pazarına nur yağıyor
eskiye rağbet olunca
(10 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 8
KOPROLOJİ
dışkıbilimdir,
şimdi demeyin bana
bunun da bilimi olur mu?
astroloji bilim oluyorsa
bu haydi haydi olur,
şaka bir yana
klozet seyrederek epeyi teşhis konulabilir,
Çetin Abi’miz bile bu konuda ahkam kesmiştir
Türkler’inkinin bilek kalınlığında ve 3 bukleli olduğunu yazarak,
acaba kendininki miydi,
yoksa başkasınınkilere
koprofilik eğilimler mi besliyordu acaba?
inanamıyorum Çetin abi
sen masonluğun üzerine, bi de kopromanik misin yoksa?,
en bi şrink abimiz Sigmund da bu konuya takmıştı
büyüğünü etmekle sevişmek,
yani zevk almak arasında
beş benzemez bir kel alaka kurmuştu
kopromani bile var yani
oradan anlayın,
36 yıldır klozetperver
ve
alaturka ayak şeysinden nefretengiz abiniz olarak
günde 3-5 öğün ettiğimden dolayı
ve
klozeti her kezinde fırçaladığım için
habire görüyorum mereti,
halkimizin kronik sorunu olan kabızlık
nedense bana hiç uğramaz,
ancak musluk suyu içmekte direndiğim için
Sonbaş Abi’miz sayesinde
epeyi ishal olmuşluğum mevcuttur,
yeşil olur
sarı olur
hemoroit azmışsa
kırmızı olur
gökkuşağı gibidir meret,
e tabi yaşıtım her çocuk gibi
zamanında kurtlanmışlığımız da var
paniklerdim o zamanlar öleceğim diye,
şaka bir yana
feçeş gerçekten işlevseldir
meret büyükkent kanalizyonundan hallice
mıçamazsan ölürsün bir,
çoğu hastalığın teşhisi oradan konur iki,
fıkradaki gibi
hep moktan şeyler bilmemek için
koprolojiyi morgda terkedip çıkıyorum,
haa ölü kesmiş biri olarak yazayım:
ölülelerin poposu dışkı bulaşıklı olur
morgda değil
uygulamalı anatomi dersinde gördüm
(10 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 9
KAN, TER ve GÖZYAŞI
doğdum, doğdurmadılar, öldürdüler
bir buçuk yaşında
yeniden doğdum
doğdurmadılar, yeniden öldüm
yeniden doğdum, yeniden öldüm
ve
bla bla bla
>
yaşadım,
10 kez
20 kez
...
sonsuz kez
ve kan
ve ter
ve gözyaşı ile
öyleyse:
sizlere kan, ter ve gözyaşı vaat ediyorum
>
devrim yapabilmeniz için değil,
devrim olabilmeniz için
>
bahçe biziz
diken bizdedir
>
gelecek biziz
ölüm biziz,
sizi de bekleriz
devrim olabilmeniz için
>
yazması kolay
yaşaması zordu,
imkansızdı
çünkü insan imkansızdı
>
‘ustalarım’ demeyeyim
geçmişten gelen
gönüllü deneklerim vardı,
standart biyografilerini
standartdışı nekrografiler kılmış olan,
erken ölmüş olan
kaybedenler kulübü üyeleri
>
üniversiteyi 10 yıla uzattım
askere gitmemeyi 20 yıla uzattım
sonunda deniz bitti
direksiyonu sokağa kırdım
duvara tosladım parçalandım ama kara kutu sağlam kaldı
>
ölümcül bir yaşamcıllıktı
libidomu her gün her gün bitiriyor
her gün her gün daha fazlasını ekliyordu
volkan magması gibiydim
parlıyordum ve patlıyordum
ışıyordum
uçbeyin radyasyonuyla
>
ışığa gelen pervaneler misali kadıncıklar
bana doğru kamikaze pikesine geçiyorlardı,
son anda maçaları sıkmayıp
küçük burjuvaziye doğru
topukları popolarında
kaçıyorlardı benden,
magandanın allahı kocalara doğru
ve bir sürü de velede doğru tabii ki
>
yazıyordum sağanak gibi
3.500 sayfa yazdığım yıl oldu
ki bu beynimi epeyi kanattı
>
editörlere ve yayıncılara doğru
çakılış uçuşuna geçiyordum
reddediliyordum hep
ret bile edilmiyordum daha çok
karşılanıyordum suskunlukla
>
100 yazım yayınlandı
500 metnim reddedildi,
3 kitabım yayınlandı
50 kitap-kez reddedildim ve pes ettim
sırada 207 kitap var çünkü
henüz yol uzun daha önümde
>
momentimiz global faşizm
ve engizisyon
ortaya koalisyon karışık,
insanlar döneniyor
bir ipin ucunda döne döne
kendini boğan koyunlar gibi,
mezbahaya kendi ayaklarıyla giden
ve tarih trenini boş boş seyreden inekler gibi
>
yaşamla sözleşmemiz yok
kimse kimseye hiçbirşey vaat etmedi
eder gibi yaptı,
gelin kan ter gözyaşına...
geleceği birlikte yoktan var edelim,
beni beğenmezsiniz
siz tek başınıza var edin,
nahan da
kan, ter ve gözyaşı orada
(10 Ağustos 2010)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 10
ÖLÜME TESLİMİYET
dün
sıcaktan kalp spazmı geçirdim
kan şekerim oynadı
tansiyonum indi çıktı
indi çıktı
bilincim gitti geldi
gitti geldi
devrileyazdım
>
garip olan şey
ölüme direnmem değil
teslim olmamdı
mutlak bir teslimiyet
idi
>
ben ateistim
yoktur tevekkülüm
ancak çok ölmüşlüğüm
ve
her nasılsa
her kezinde
çok yaşama dönmüşlüğüm vardır
>
nekrofobim vardır
ölümden korkarım
panik atak yaşarım
ve
bu nekrofobi
artık ölüme teslimiyet olmuş
yeni öğrendim
>
tuhafıma gitti,
ölümsüzlüğün
ilk onyılında
ilk yüzyılında
ilkbinyılında,
göz göre göre
bedenimdeki onmaz hasarlarla
gaz pedalına tuğla konmuş Alamancı arabası gibi
ölüme doğru yokuş aşağı gitmek
>
neden diye düşündüm
neden böyle?
>
libidom azaldı, belki de bitti bir
tek yaşama nedenim olan 200 kitabı yazdım bitirdim iki
yaşamam için hiçbir nedenim yok üç
bu ülkeden, bu kentten ve bu halktan nefret ediyorum dört
ki
bu kendinden de nefret demek altyazı hesabına
>
normaller anlayamaz
hiçbir intihar yetisi olmadan
kendinden ölümüne nefreti,
‘Neuromancer’deki Case’i okuyanlar
biraz anlayabilir belki
>
kendindeki insandan nefret
kendindeki insandan özgürleşememeden nefrettir
insanların gönüllü köleliğinden nefrettir
öldürememenin Acı’sıdır
alınamamış öçlerdir
tüm insan türüne karşı kan davasıdır
>
ancak
bu satırları
yazmak nefretimi etkilemiyor,
bir morgdaki bir cesedi seyreder gibiyim
bitmiş bir biyografiyi
tüm organları
tüm öyküsü
geride bıraktığı
tüm bir yaşamı ile
>
şeytanı severim
beni hep o sağ bırakmıştır
ya da ben hep öyle hayal ettim,
beni sağ bırakır
ki
yaşayıp daha çok acı çekeyim,
bu kez de öyle
yine travma geçecek
yine yeni yeniden acılar gelecek
sel gibi
çöl gibi
cehennem gibi
>
cephedeki siperi bombalanıp sağ kalmış asker gibiyim
kanseri yenmiş bir hasta gibiyim
yeni doğmuş bir çocuk gibiyim
her kezinde mucizeye şaşa kalıyorum
ancak her kezinde azalıyor tahammül gücüm
>
dün de öyleydi
zihnim siliniyordu
öylece seyrediyordum
itirazım bile yoktu
>
bir kezinde beyin inmesi geçiren bir sinirbilimcinin
sağ kaldıktan ve iyileştirildikten sonra
kendi öyküsünü anlatışını seyretmiştim,
aynen benim öyküm gibiydi
ne olduğunu bilerek ölüme gidiyorsun,
biliyorsun
ama
bu ölmeni engellemiyor
>
bugün biraz daha sakinim
oysa dünden daha sıcak
onlarca kez banyo alıyorum
midem açlıktan bulanıp
yemekten tiksinsem de
şeker krizi olmasın diye
ağzıma birşeyler tıkıştırıyorum
>
ve
oturup yazıyorum
otonekrografi olarak
ey kari’ye
ölümün soğukluğu
afiyet olsun
(12 Ağustos 2010)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 11
ÖLÜLERİME AĞITLAR 1
herkes erken ölür
ama
bu insan gerçekten erken öldü
arkasında ıpıssız bir yalnızlık bırakarak
kimseler onu anlamadan,
vahşi bir Dünya’da
uygar kalmaya çabalarken
>
bir oyuncuydu
iyi oyuncu değildi
ama
ünlü bir oyuncu oldu
>
onunla çok acaip bir öyküde karşılaştım
inanmamak serbest
>
eski bir arkadaşın
o an için
eski sevgilisiydi
isteyerek kendi ayrılmıştı
ama
onu görmek istemişti
>
saz’ist arkadaşım
beni de aldı yanına
ahşap bir villaya gittik
Boğaziçi’nin caanım yeşillikleri içinde
aç karnımızla
başka gavurların tokluklarını gördük
çatı katıydı
derin dondurucuda
sonsuz gıda vardı
beni en az 2 ay doyururdu
>
konuştuk konuştuk
boş yere boş yere
ben bile bile
onlar bilmeden
ya da
bilmez gibi yaparak
sonuçta ikisi de oyuncu,
bir Artaud-Beckett oyunu melezi seyrederek
tek kişilik zorunlu seyirci hesabında,
geceyarısını geçti
istersek kalmamızı söyledi
ve birimizin 10 kişi sığar yatakta onla birlikte yatabileceğini,
arkadaşım yerde yattı
ben onun yanına sokak elbisemle kıvrıldım
düşümde onunla sevişip boşaldım
elim eline değmedi
bu öykünün boşluğu beni hala sarsar
>
bir süre sonra sahneye çıktı
yine bir gavurla
adam benim caz-dans hocamdı
ve eşcinseldi,
hanım oyuna davet etti
gittik seyrettik
>
sonrası karışık
müstakbel 2 bölümün kronolojik sırası değişebilir
>
kendine yeni bir sevgili buldu
Amerika’da bulaşıkçılık yaparak
onu müzik okuttu
geri döndüler
>
sonra ünlü olduğu film geldi
az sonra da genç yaşta öldü
çok çok şaşarım
canlandırdığı eroinman kız hala domuz gibi sağ
>
ölüm haberini alınca yutkundum
delireyazdım
bu öykücükler aklımdan hiç çıkmadı
>
20 yıldan çok geçti
ya da bana öyle geliyor
affınıza sığınarak
bir mevtanın mahremiyetini ihlal ederek
onu yazıda ölümsüz kılmak için
melankoliyle bu ağıt-koşuğu yazdım
(12 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 12
ÖLÜLERİME AĞITLAR 2
fakir bir musevi kız idi
Sefarad mı bilmedim,
intihar etti öldü
>
haberini duyunca ağladım
ve az kalsın
öldürüyordum birisini,
onun ardından
‘en iyi kadın
ölü kadındır’ diyen
bir erkek olduğu için
>
doğup büyüdüğü
ve
1 hafta sonra terkedeceği
20 küsur yıllık evinde
fotoğraflarımı çekti
hala duruyor
>
sanatçı ruhluydu
ama
işletmeci olmak zorunda kaldı,
belki onu bu öldürmüştür
işletmeci olmayan işletmeciyim
bilirim
>
yurtdışına gitti
telefonda 15 dakikada burs bularak,
sonra geri döndü
çalışmaya başladı
iflas eden bankalardan birinde
>
onu arasıra uzaktan görürdüm ama konuşmazdım
hoş ben sokakta yaşayan bir ölüydüm o sıralar
ne konuşacaktım?
>
hala bilmiyorum ve anlamıyorum
neden intihar etti?
hep sorarım kendime:
onu kurtarabilir miydim?
(12 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 13
KAYBEDENLER KULÜBÜ
‘Fight Club’dan halliceydi
bizim kaybedenler kulübü
>
deliren bir çizer
intihar eden bir ressam
intihar eden bir kumarbaz
beleş diyalizi reddeden bir böbrek hastası
12 yıl yatan bir sürü siyasi mahpus
bol alkolik keş depresif
bol tutunamayan
bol gez göz arpacık hatalı
bol bohem taklidi
bol serseri mayın burjuva gençkızları
>
ve
ben de aralarındaydım
daha doğrusu
ben bile öyle sanıyordum,
hiçbir göremedi 40’ını
ben şu an 50’imdeyim,
yine de 18’imde 40’ımı göremeyeceğime dair
40 kişi bahse girmişti
20’si şu an mezarda
herkes başkasını kendisi gibi bilir hesabınca
>
neden
nasıl
ne zaman
neyle
hangi
böyle oldu?
>
anlatayım ki
ders alsın
erken ölme meraklıları
>
benim intihar yetim yoktu
çünkü ölmüştüm
ilk kez bir buçuk yaşımda
baytar bir doktorun sayesinde
pusulam hep yaşama doğru oldu bu yüzden
hala da öyledir
>
kaybedenler kulübü
yumuşak libidolular
aşırı ataklar
oyunun kurallarını şaşıranlar
marjinalliği abartanlar
yani işin cılkını çıkaranlar
arasından çıkar
>
çıkmaz
normaller arasından
yalnızca onlar fire verir
% 1’den az aşağıda
ölüm piyangosu hesabı
>
mekanımız Hisar sahil idi
internet sitemiz bile mevcut
çokça ölenlere dair,
içkimiz önce köpek öldürendi
sonra sonra bira
birim alkol maliyeti hesabınca
çayımız Ali Baba’dandı,
kaç dergi çıkardık batırdık
o alkol sofralarında
yüzlerce metin yazdım o zamanlar
yazmayı ööle ööle öörendim
>
kıssadan hissem ne olabilir?
kaybeden olmayıp
kazanan hiç olmayan
bir eksi varlık olarak
>
direksiyonu bırakmayın bir
gaz frene çok yakın iki
yaşam kabızlığı yapmayın üç
yaşamla sözleşmeniz yok
ve size hiçbirşey vaat edilmedi beş
kolay gelsin
işiniz benden zor altı
(15 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 14
ŞİİR NEDEN YAZILIR?
şiir yazmanın nedeni olur mu?
yaşamanın bir nedeni olur mu?
insanların yaşamalarının bir nedeni var mıdır?
insanların yazmalarının bir nedeni var mıdır?
insanların herhangi bir şey eylemek için
herhangi bir nedeni var mıdır?
sahi
şiir neden yazılır?
>
kimi ün için
kimisi para için
kimi cingıl niyetine
kimisi şarkı söz olsun diye
kimi yağmur yağdı çaktı şimşek diye
kimisi özenir
kimi en derin hissiyatından
kimisi maymun iştahından
kimi internet icat oldu diye
kimisi cins-i latif tavlamak için
kimi başka hiçbirşey yapamadığı için
kimisi yazmasa öleceği için
>
ben aczden yaşıyorum şiiri
50 yaşımda kabullendiğim aczden
kahrımdan da yazıyorum
yenilgimden de
melankolimden de
>
şiiri sevmemin bir nedeni
devrik ve kırık dizelerin benzemesi fena halde
Aristo-dışı mantık önermelerine
kırınımlı kaotikli
akışkanlıklarıyla
>
neden şiir yazılır?
>
söyleyecek sözün şiir formuna uyuyor diye
ya da hiçbir forma uymuyor diye
bir de şiiri denersin
>
bir de internette taradım
>
kelimelerin bittiği yerde olduğun
(her ne demekse,
şiir kelimesizmiş gibi)
bire iki buçuk verim sağlamak
(bu herhal fabrikatör)
gün bitip, yalnızlık sana kaldığı
(yani?)
insanlara gösteriş yapmak
şiiri bir mızrak gibi kullanmak
için...
de
bunlar neden sayılmaz
benim için
>
bir yerlerden gelip
bir yerlere gitmiyor insanlar
yok ‘raison d’etre’leri
yok oryantasyonları
standart biyografilerinin
standart normlarının
standart rollerini oynuyorlar
yalnızca kendilerini kandırarak,
şiirde de böyle
yazıyorlar işte eele
>
gelelim ‘düzyazı koşuklar’a
onun özel yazılma nedenleri var
>
bir:
yazma rekorumu kırmak içindi,
1988:
1 günde 35 sayfa
2010:
1 günde 40 sayfa
1988 yeis idi
2010 yaşlanmanın huzuru
>
iki:
kurmaca yazmak için,
25.000 sayfa
ve
pratikte sıfır kurmaca sayfa idi,
şimdi:
elde var 1
=
90 sayfa
>
Bukowski sol parantez
Orhan Veli sağ parantez
ayraç arası
bir yolda yürüyeceğim
ve devamı olacak kuşkusuz
>
devrik kırık dize
neden 4.900 yılda
ilk Mayakovski’nin aklına geldi diye
hep merak eder dururum
>
benimkisi Mayakovski hesabı değil
(ama onun üslubunu çok takdir ederim)
daha çok
düzyazı-koşuk arası hacıyatmaz salınması
>
sanırım
şiir yazdıkça,
epsilon da olsa
aczimi aşıyorum
zira
söylüyorum bir iki epsilon daha
güneşin altında söylenmedik söz,
ve söylüyorum daha önce söylediklerimi
daha ayrı bir kalıpta,
bir de hep olduğunca
sözcükler-im duvarı kırıp geçiyor
da ben artık gürbüzü aşkın,
obezden hallice irilikteyim
o duvarı başkaları geçsin
>
o nedenle son soluğa dek
şiire devam
merhaba şiir merhaba
(16 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 15
DEVRİMİN RESMİ
ula Abidin
Küba 2010’un resmini yapabilir misin?
yuh yani
yuh yani
bunları da gördük ya’nın,
yapma lan
bırak dağınık kalsın
>,
devrimin resmini yapmak
devrimin şiirini yazmak
yerine, ancak
devrim olabilirsin,
koskoca Nazım
40’ından sonra azarak
anti-devrim bir biyografi olduktan sonra
bir kanıtı daha gelmiş olarak
>,
devrim vaa
devrim vaaa,
devrimcik vaaaa
>,
tarihte en bi devrim
2 devrim vardır
bir: Neolitik Devrim
iki: Sanayi Devrimi
her ikisi de
tarihi geriye dönüşsüz başkalaştırdı
>,
Rusya 1917
ve
Çin 1949
iki dünya devrimi idi
ama
iki dünya karşı-devrimi de oldu,
yuh yani
yuh yani
o günleri de gördük ya, oldu
>,
Fransa 1789
devrimin ad babası oldu
terörün de
hem devletsel, hem sivil yandan
yandan oohh yandan,
orası da
krala u dönüşü yaptı
Fransa hala cumhuriyetliyor
tee o zamandan beridir,
üç de yetmez beş tane
beş de yetmez yedi tane
ver şeytanım ver
>,
Türkiye 1923
Devrim idi,
adamcağızı ölmeden gömdüler
kahırdan siroz ettiler
yaptılar karşı devrim,
çok şükür
çok şükür
bugünleri görmedi
görseydi
mezarında harakiri yapardı,
karşı devrim hala sürüyor
bitiremediler gitti
caanım cumhuriyeti,
çoğu gitti
azı kaldı
>,
demek ki neymiş?
en güzel devrim
henüz yapılmamış olanmış,
örneğin bendeniz
Godot’sal bir absürdite kıvamında
Odo’nun kendi devrimince
dışta bırakılmışlığı gibi,
beni içermeyecek bir gelecekbilim yazarak
bir devrimi siklonluyorum
kelebek kanat çırpışları ile
>,
gelecek uzun sürer
gelecek (henüz) hep gelir
ve
ezer geçer
gelecek ma’dır
hiç kimsenin olandır
hiç kimsenin olmayacak olandır
hiç kimse olmayacak olandır,
gerçek devrim sürekli devrimdir
gerçek devrim uzun süren devrimdir
(haçan Troçki, kendininkini poh yimiş
bu sürekli devrim başka sürekli devrim,
milenyumlar sürer)
>,
devrim öyle bir şeydir ki
hiçlik bile yaratabilir
insan-değil bile yaratabilir
meta-zeka bile yaratibilr
ölümsüzlük yarattı bile
özdeksizlik yaratabilir,
gerçek devrim
bu Evren’i aşar
ve başka evrenlere evrim yolunu yürür
kendi Tao’sunda
(16 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 16
AŞK
aşk imkansızdır
faşizmde
ve engizisyonda
>,
aşk bir lükstür
fakir
çirkin
yaşlı
insanlar için
>,
aşk gerekmez
bir beyin için
olsa olsa
belki
bir yoldaş gerekir
beyin tao’sunda
>,
aşk öldürür
Türkiye 1960-2010’da
yani benim biyografimde
beni 20 kez öldürdü
>,
aşkın karşıtı
nefret değil acıdır
,,,
acının karşıtı
aşk değil bilgidir
,,,
bu nedenle bilgi
aşka
2 kez karşıttır
>,
aşk ne işe yarar?
diyorlar ki
iyi güzel doğru
insanlar yaratır
oysa ben hiç görmedim
iyi güzel doğru aşık,
milyonlarca kişi dememeyeyim
ama
yüzbinlerce kişidir
veri tabanım,
tamamına yakını Türk’tür ayrı konu
gavur aşkı beni ilgilendirmez
de
çok gördüm
onların da aşkta
baltayı taşa vurduğunu
>,
aşk ütopya mıdır?
hayır,
çok pahalıdır yalnızca
o denli libidoyu israfa değer mi?
diye, baştan düşünmek gerekir
>,
aşk perhizcisi
veya
nefret kültü
yazıyor değilim
karamsar gerçekçiyim yalnızca
>,
bizdeki aşk arabesk cinsinden oluyor
‘beni sevmeyen ölsün’ oluyor
% 30 ihanet oluyor
ortalama 2,5 evlilik oluyor
aşkımızın zehirleri veletler oluyor
pek cılk kokuyor ortalık
kısacası,
bizde millet aşık olunca
baharları falan
>,
aşk ister miyim?
isterdim herhal
uzak gençlikte kaldı
son 10 senedir istemiyorum
batıyor aşk bana
tiksiniyorum aşık insanları görünce
,,,
aşk yaşamak yerine
film seyretmek daha yeğ
Holywood’dan değil
Sarı Sinema’dan
>,
herkese izanlı aşklar dilerim
(19 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 17
SOYUT
hep soyut çekti beni
somutu sevmedim
hep acı verdiğinden dolayı olabilir
>,
zekam
soyut
içedönük
kuramsal
bireysel
tasarımsal
oldu
>,
düşlerimi
ve düşüncelerimi
aynı soyutlukta yaşadım
>,
hep soyutu sevdim:
soyut resmi
soyut sinemayı
soyut heykeli
soyut metinleri
ki
bunlara ‘felsefi metin’ deniyor
soyut müziği
ki
çok çok nadiren rasladım bunlara
>,
26 yıl önce
birisine soyut düşünceyi anlatamamıştım
onun için düşünce hep somuttu,
o zaman anladım
insanların içindeki yalnızlığımı
>,
soyut ne işe yarar?
>,
tarihe bakınca
insanların milyonda birinin
tarihi değiştirecek şeyler yaptığını görürüz
onların da tamamına yakını soyuttur,
çelişmez soyut ve edim
buna ‘bilgi’ deniyor, ‘praksis’ deniyor
>,
benim için söz eylemdir
çünkü
eylem bile soyuttur
oysa insanların zihninde
somut bir eylem imajı vardır
o yüzden gidip mitinglere katılırlar
>,
‘Düzyazı Koşuklar’ da soyut
şiir-mantık arası bir soyutluktalar
varlığımın yansısı soyutta somutlaştı
(19 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 18
SIRADAN BİR GÜN
sıradan bir güne başladım
Ettore Scola hesabı,
soğuk grisi değil
sıcak sarısıydı hava
vantilatör soğutuculu gece duşlarıyla
gövde gece radyatör kaynatmasın diye
>,
güne rüyalarımla başlarım
gecenin ortasında
bu geceki en güzel rüyam
Zep Zep’lerden birinin
rüyamdaki varlığıydı
bir saatı aşkın süre
ki
rüyalarımın en uzunu on beş dakikadır,
modern dans konuştuk
ve eyledik,
1985’ten beridir
yıllardır böyledir
ama
ilk kez bu denli uzundu
ve
bu denli berrak,
şiirimsi değilse de
lirik bir rüyaydı
ki
şiir yazmanın
aczimi azalttığının göstergesidir
(ayrıca bu rüyanın
‘Zep Zep’ düzyazı koşuğunun
yayını gecesi olması
raslantı olmasa gerek)
>,
sooracımaa
uyandım sabah yedi buçukta
(güya mesai yapmıyorum)
dayadım 2 sert siyah anlık kaave
>,
ardından gelsin diskmende
Apoclayptica: ‘Cult’
ki kulaklarımda patlıyor şu an
bu ne ‘senfonik metal’dir
te be şeytancaazım
duymadım bi benzerini daha
henüz hiç
>,
ardından
seks şoptan gelen
paketi aldım kargocudan
sapık mıyım neyim?
>,
ardından
cep ceple
günlük iş konuşmaları
>,
insanat bahçesini gezeledim
faşizm ikliminin
engizisyon mevsimlerinde
cehennem buzu ve ateşiydi
>,
saat on civarında
market ve günlük liste,
içeride çakılıverdi
hakir zalim ve korkak
halkımdan biri
bir buçuk metreden kafa üstü betona yüzüstü,
nedense refleksimdir
ve
otomatik pilotum devreye girer
acil ve/ya ölümsel anlarda
can kurtarmışlığım çoktur,
bir melek oluverdim yerde yatan kadın için
yüz kiloluk
ve
bir seksen ikilik bir zebani iken,
yüzüstü idi, düzelttim sırtüstüye
konuştum konuştum, beyni gitmesin diye
(giderse dönmez geri, siz de öyle yapın)
tepki verdi konuştu
kan görünce bayılmış,
kadının başında ağlamak üzere bir çocuk
kanı alınan o,
kadına su, çocuğa meyve suyu
ve
yarasına yara bandı,
adresi sordum, uzakmış
telefon da ettirmedi,
kadın çocuğuyla yürüyüp gidiverdi
bakakaldım potansiyel bir cesedin ardından,
eve döndüğümde
apartmanın merdivenlerinde
taze ve ıslak insan kanı vardı
ki
önceki konuyla ilgisiz
çünkü kadın başka semtte oturuyordu,
söylemiştim önceden
böyle bi yer
bizim Kasımpaşa
>,
ardından
sokak
Kasımpaşa
ve
Tarlabaşı
ve
Taksim
ve
Tünel
‘gay bar’ civarı,
>,
dön geri
YKY Gassaray’a
‘Seninle Bir Dakika’
Müzeyyen Abla’sının ablacısı
mehter adımı gibi
iki ileri bir geri çalıyordu
arada da bızztlıyordu
‘sevmek tükenmez gibi
sevişmek dolmakalem’
kim dolduruyorsa
>,
eskiden seks filmleri oynatan
sinemanın önünde
yarım metre çapında
sabun köpüğü
imalatında iki gavur
İstiklal’i kalmamış
Cadde-i Kebir’de,
adam benden salaş
ayakları sabun köpüğü ıslağından yer tozu çamuru
yorulunca çöküverdi gölgeye topuğunun üstüne
>,
az ileride
Mefisto’nun hoparlörlerinde
musikiyi yoğurdum
Zep leylağı renginde
aradığım müziği kokladım
flamenko-rembetiko piçinde
ve
alaturka arabesk
Nesrin Topkapı göbek spazmında,
vitrinde üç noktaya dayalı yerküre
havada dönüyordu
nağmelere uyarak
>,
Jackie Chan kung-fu
olimpiyatlara girsin istemiş,
haklıydı gerçek katil Wang Yu’dan beri
ve
fakat aymıyordu Sarı Sinema’ya
Yeşilçam ‘gay’ eleştir-‘meme’leri
>,
döndüm eve
bezerek sahhaf olamayan sahaflardan,
kırrmızı biraladım
‘Welcome Ramazan’a inat,
oh len
dünya varmış
(24 Ağustos 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 19
RAMBO ve RİMBO
tuhaf bir dönemdeyiz
Rambo’luk ve Rimbo’luk (Rimbaud),
Rimbo’luk
çünkü:
el freni boşalmış
ve
gaz pedalına tuğla konmuş arabanın
içinde gibiyiz,
binmişiz bir alamate
gidiyoruz kıyamete
+
Rimbo’luk
çünkü:
düzyazı koşu türüne katkısı çoktur
ve diğerleri:
Baudelaire
Leutramaunt
>,
seleflerimiz
Proust ve Yitik Zamanın Ardında
Poe ve Morg Sokağı Cinayeti
Baudelaire ve Elem Çiçekleri
Shelley ve Frankenstein,
canavar olan kendileri ve yerzamanları iken
geleceği canavar diye yazdılar
>,
haleflerimiz
ölümsüzler
uzaycılar
ve diğerleri
>,
geleceğin altkültürcüleri
şimdi ve geçmiş yok olsa / edilse bile
geleceğe eksodus yaparlar
diğerleri de geçmişini ağıdını yakarlar
>,
bu
isteri değil, histeri
histerisi küçük burjuvaların
yitik zamanın ardından,
olmayan bir nostalji
yaşanmamış bir altın dönem, anlamında,
>,
Proust zamanı ‘frost’lama peşindeydi
oysa gelecek onu yaktı
>,
burada Rambo’nun işlevi
parçala Behçet’liğinde,
Rambo Rimbo’yu öpüyor
geçmişin ve geleceğin savaşında
>,
malumunuz
Ankara kördüğümü
İskender tarafından
keserek çözülmüştü
(5 Eylül 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 20
BİR BAYRAM SABAHI
bir bayram sabahı evde yalnızım
30 yıldır olduğunca,
60 bayram
200 küsur gün eder,
bunun yarısında çalıştım
bugün boşum,
hiç İstanbullu partnerim olmadı
o nedenle genelde bayramlarda bu nedenle de yalnızım,
İstanbul bir bayram sabahı için
uygunsuz bir kent,
otobüsler bedava veya yarı yarıya
varoşlar merkeze akar,
elleri apış aralarında binlerce ergen erkek
ortalığı bulandırır,
çay veya çorba içecek bir yer bulamazsınız
hatta gazeteciler bile kapalıdır,
davulcular sabahın köründe tangırdatır
zıplatır sizi uykunuzdan,
çocuklar neredeyse gün ışımadan
başlar mayınlarını döşemeye
gümler gümler ortalık,
neyse hava güzel bugün
demek ki yürünecek
‘Avara Mu’ çizgisinde,
canım işkembe çorbası çekiyor
üzerine de yarım bir çay
bakalım ya kısmet,
telefonum da çalmaz bayramlarda
hoş çalınca da nahoş haberler çıkar ya neyse
o küçücük kutudan
mideme kramplar sokar,
bu yalnızlık
asal yalnızlık
hep yalnızlık
acaip bir şey,
neredeyse benden somut
neredeyse daha var
‘hiç-ben’den,
yalnızlık öylece duruyor yanıbaşımda
ne yapacağımı bilmediğim bir bayram sabahında,
anababamı arayasım hiç olmadı
36 yıllık gurbette
otobüslere trenlere vapurlara
hep tek başıma bindim indim
uğurlayanım hiç olmadı,
kimi bayram sabahlarını yollarda geçirdiydim
eski bilet bulunamayan günlerde
eve doğruki yolculuklarda,
artık yolculuğu düşününce bile içim kalkıyor
yerleşik biri de hiç olmadım oysa,
bir Tatar’ın sürgünlüğü ve evsizliği
sürgün verdi yollarda,
yürüdüm yürüdüm
hep tek başıma,
bir bayram sabahı
hafif melankolik
çokça hazin
kalakalmışım bir masanın başında
düzyazı koşuklar döktürüyorum
boşluğa doğru
klavye başında
(9 Eylül 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 21
İNSAN KUBURU
insan kuburuna batıyorum
boy vermece,
küçük insanım yaşasın diye
büyük insanım devredışı
,
iyi ve güzel önemli değil
önemli olan doğru,
doğrular ıskalanıyor
küçük insan kuburunda,
kendimi yanlışlardan kirlenmiş duyumsuyorum
,
yarım yüzyılı
bir çamur yığını
gibi yoğurmak
ve
bir beyin biçimlemek
bir küçük insandan,
bir standart biyografiden yaratılmış
bir astandart nekrografi ile
,
ölüm ne işe yarıyor?
diye sorulsa
doğru dürüst bir yanıt veremem pek,
yaşamın da pek bir işe yaramadığını
söyleyebilirim ancak
,
bir işe yaramayan yaşam
yaşanmasa da olur
diyerek,
kırdım direksiyonu bankete
,
50 yılın 7 x 5 = 35 yılını feda ettim
7 x 7 = 49’da geri çark ettim,
1 yıldır sakin sulardayım
Türkiye’de sakin sularda nasıl olunursa
,
sakin sularda
çokça kent soysuzu var
bir de zenginkondulular,
aralarında işi yok bir entellektüelin
boyalı kuş gibi görünüyorum içlerinde,
yine de araya kaynıyorum
arazi olarak
,
bunu neden yaptım?
,
çünki
her yan kuburdu
ondan önce
her yan ölümdü
ondan önce de
her yan doğmamaktı
en azından benim için
,
etik olan ile estetik olan
acı verici olan ile haz verici olan
arasında bir seçim yoktu benim için,
ya doğmadan ölecektim
ya da doğduktan sonra
ben ikincisini seçtim 49’umda,
kubura doğmak çok eğlenceli
yarım yüzyılın tarih bilinciyle,
koproloji ilmini hatmediyoruz işte
bir de geçmişin ölübiliminden / patolojisinden
doğmamış geleceği kurtarıyoruz
kendimizinki hariç,
kamu yararına bir
ölüm benimkisi sonuçta,
organ bağışlamıyorum da
yaşanabilir boşluk yaratıyorum
gelecek beyinler için
‘ma’ dansımla
,
kuburda yaşamanın tek anlamı bu
gerisi düz ayak ölüm
(6 Ekim 2010)
·
DÜZYAZI KOŞUKLAR 21
BAB BİR GEÇİLİRKEN
yarımıncı yüzyılımı
bir şiir kitabı ile geçeceğimi
söyleselerdi inanmazdım
ama
önümde işte satırlar
,
bab bir birinci kapı demek
ikinci kapı belki hiç olamayacak,
öyle de olsa razıyım
ne de olsa tevekkül kemaline erdik ya
,
200 kitap 48. yıl
35 yıllık çile defterini kapatmak 49. yıl
211. kitap ‘Bab Bir’ 50. yıl
,
tümüyle acizim
yaşama karşı,
yazmayı bile bıraktım
ama
bırakmadım düşünmeyi,
Türkiye’den umudu kestim
ama
o belki benden umudu kesmemiştir
,
para için
geçmişbilim yazıyorum,
yaşamımda ilk kez
doğru dürüst telif aldım,
kutladım 4 Kırrmızı birayla,
nedense şarap içmedim
kapıdan girmiş
kışa rağmen
,
para fakiriyim
bu beni giderek yoruyor,
teslim olsam bile
alacak kimse yok,
mezarı bile olmayanlardanım
,
aşk
seks
çocuk
aile
dostluk
unutulmuş gençlik hayalleri
biraz da kabusları
,
gelecek düşüm hiç bozulmuyor nedense,
hesaplarım doğru çıktığından
veya
ben öyle sandığımdan dolayı olsa gerek,
sanki Hoca’nın göle mayası tutmuş gibi
,
‘Bab Bir’ bitse de
bitmiyor Tao
bitmiyor Lu Usta,
buna hiç mi hiç şaşmıyorum
,
evim hiç olmadı
ama yolumun kapısı var,
belki
‘Bab İki’ de yazılır bir gün
yazılmasa da olsun,
elde var melankoli
nekrografimin yeisi
yazdıklarımın neşesi
yeter de artar bana,
üstü kalmasın
bahşişi sevmem
cehennem sofrasında,
kimseyi zengin etmedim
zebaniler de fakir kalsın
benim gibi
(18 Ekim 2010)
·
BAB İKİ
DÜZYAZI KOŞUKLAR
=
Nesir Şiirun
Yazarın Yayınlanmış Kitapları
Sinema ve Kuram, Orient yayınları, Aralık 2004
NEK, bilim-sanat-düşün-deneme, Çapraz Kitaplar, Nisan 2005
Gelecekbilim ve Kuram, siyasal / kültürolojik - deneme / eleştiri, Ağustos 2005
İÇİNDEKİLER
Düzyazı Koşuklar 1
Beklemek
Düzyazı Koşuklar 2
‘Fight Club’
Düzyazı Koşuklar 3
Porno Şeysi
Düzyazı Koşuklar 4
Ölüme Bir Ki Kalkıyor
Düzyazı Koşuklar 5
Laz Komşular
Düzyazı Koşuklar 6
Mart Ayına Girememek
Düzyazı Koşuklar 7
Küçükpazar Turu
Düzyazı Koşuklar 8
Yazı İşçiliği
Düzyazı Koşuklar 9
Klavyemden Aşşaa, Kassımpaşşaa
Düzyazı Koşuklar 10
Ölümüne Bir Yalnızlık
Düzyazı Koşuklar 11
İhtiyarlar Baladı
Düzyazı Koşuklar 12
Yenibosna Bit Pazarı
DÜZYAZI KOŞUKLAR 1
DÜZYAZI KOŞUKLAR 1
BEKLEMEK
Bab İki beklemekle açılıyor
,
yaşamım boyunca bekledim
üstelik hiçbirşeyi beklemeden bekledim
beklediğim Godot bile değildi
,
beklediğimin belki ismi yoktu
belki cismi yoktu
henüz bilemedim
epsilon birşeyler bilmeye başlıyorum yalnızca
yeni yeni
,
ev bile beklemedim
zaten
evim hiç olmadı
yarım yüzyıldır
,
neden böyle?
,
yanlış zaman
yanlış yer
yanlış deha
,
sıradan bir insan hiç olamadım
bakım alışkanlıklarım bile olmadı
inanılmaz döküntüyümdür
,
deliliği zaten beklemem, kendi gelmiş
verili doğuştan ya da ölüşten
,
bekleyişimin cismi ne olabilir?
bir varlık hacmi belki,
denedim, tırnaklarımla kazıdım
siper veya mezar niyetine,
bir avuç çukur açtım
ona bile girdirmediler
,
Kafka
‘derisi çıplak’ diyor
bizim gibilere
yaşamın ve insanların her darbesi parçalıyor,
özdeşsizlik ve kimliksizlik
zırhsız ve kalkansız bırakıyor zihni
ama onların olması da
çok ağır bir zul dehaya
,
boşluk olabilir
henüz kullanılmamış gelecek gibi
,
yokluğundan böylesi bir boşluğun
çok yıkıcıyım
kendime ve insanlara karşı
tabii yine de başaramıyorum
o boşluğu açmayı ve/ya
duvarda bir kapı kırmayı
,
acizim anlayacağınız
görüldüğü üzere
oturup şiir yazıyorum aczimden
,
bir mapusa sığınmayı arzuluyorum
canımın acısından,
yaylım ateşin hedefindeyim
hiç öğrenemedim kendimi korumayı
,
beklemek
neyi beklediğini bilmeden
Bab İki’nin kapısında
(25 Ekim 2010)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 2
‘FIGHT CLUB’
‘Fight Club’
bir ‘soap opera’ değildir demiştim
11 Eylül 2001 günü
bizim hesapla bir ikindi vakti,
filmin finalinde de
iniyordu gökdelenler aşağı
,,,
‘Fight Club’ olsa olsa
daha çok
bir ‘Otomatik Portakal’ idi
köpük köpük kan kardeşlerim
hesabı
,,,
bizim ‘Fight Club’ mensupları
aynı zamanda
‘Kaybedenler Klübü’ müdavimiydiler
,,,
çok beceriksiz oluyor
bizim teröristler,
habire kendilerini
havaya uçuruyorlar acemilikten,
1 Unkapanı Köprüsü
2 Taksim Meydanı
1 de Harbiye Orduevi
civarında
,,,
tuhaftır ama
zor kurtardıktan sonra canımı
20 metre ötedeyken
2003 Galatasaray bombasından
canlı bombaya saygı duymuştum
beni bile temizleseler idi
,,,
zor oyunu bozar
kurtlar sofrasındayız
insan insanın kurdudur
vesair inzair
,,,
bir insan nasıl bu noktaya gelir?
diye soruyor burcuvalar
yani kentsoysuzları,
soru yanlış:
neden tüm insanlar bu noktaya gelmiyor?
sömürü aynı sömürü
zulüm aynı zulüm
demek ki
kalıp aynı kalıp değil
suret aynı suret değil
öz aynı öz değil
insan değil ötekiler
,,,
insan kalmaya çabalayanlar ölüyor
veya öldürüyor
benim gibi
ben de ölenlerdenim
o nedenle bir daha ölmeye
ne gücüm ne de arzum yok,
o nedenle saygım çok
kendiliğinden ölebilenlere
,,,
‘Ghost in the Shell’ deki Batu ne diyor?:
3 kerre söyledim anlamadınız
oysa düşman bir kerre bile söylemez
savaş baltası topraktan çıktıktan gayrı
kansız geri gömülmez
,,,
tuhaftır, kimi
sanat eserleri yaşamı geçiyor,
o zaman da
insanlar yaşamlarını sanat eseri kılıyorlar
kanla boyuyorlar ömür kanvaslarını
,,,
demek ki
gelecek
kan ile gelecek
hep gelecek
herkesi ezip geçecek
ve kendi de
bir geçmişbilim nesnesi olup ölecek
olacak
ve bitecek
,,,
yani:
‘Fight Club’
işin süs kısmı yalnızca
(4 Kasım 2010)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 3
PORNO ŞEYSİ
hiç kerhaneye gitmedim
daha doğrusu
para verip hiç sevişmedim
yoksa girdim kapısından içeri
ergen lavuklar zorla ittiğinden
,,,
hayat kadını olmak
aşağılamaz bir kadını
ama
aşağılar bir erkeği
bir kadınına
para verip sevişmek
,,,
porno da öyledir:
porno filmlerde
kadınlar değil
erkekler aşağılanır
çünkü hiç orgazm olmaz
porno tipi hayat kadınları
ki
onlar genelde genelev
işlevini işlemezler
,,,
pornoyu severim
sapıklığımdan değil
sevdiğimden masturbasyonu
bir kadınla sevişmek yerine
,,,
nedense Türk bakireleri
pornocu hemcinsleri gibi
orgazm olmamakta ısrarlıdırlar
oldukça ağır işçilik ister
onları orgazm etmek
bilfiil tecrübeyle sabittir
,,,
Henry Miller deyimiyle
ölü inek gibi yatar
Türk kadınları sevişirken
toplu bilisizlik
onlara öyle öğretmiş
,,,
öğrenemezler bir türlü
adetlerini hastalık saymamayı
bir de
çetelesini tutmayı
ilk günlerini kanamalarının
,,,
o nedenle
porno şeysi oluyor
bendeniz nezdinde
Türk erkeğinin seks şeysi
(6 Kasım 2010)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 4
ÖLÜME BİR Kİ KALKIYOR
ölüm bir ki kalkıyor kalkıyor
,,,
gittim döndüm
minik bir ring sefer ile
21. kez Azrail’e çalım attım
Şeytan bana feci torpil geçmekte
,,,
ürtiker krizi idi
dolmamış kaçak minibüs
yolculuğunun şeysi,
kabaca 7 nedenli
ana neden kuşkusuz stres idi
öyle bir dert gelmişti ki başıma
çıkaramasaydım yanmıştım
çıra gibin
,,,
8 sabahtır
uyanıyorum bülbül sesleriyle
betonarme Kasımpaşa’da
ki bu en son
25 yıl önce vuku bulmuştu
ikinci köprüsüz Urumelihisarı’nda
,,,
tan tan
alacakaranlık alacakaranlık
şiir çağlıyorum
içim kaparıp dolup taşıyor
,,,
bu ne güzellik imiş yaşamınki
inanın unutmuşum
bir kez daha iman tazeledim
ölüme ve yaşama karşı
,,,
tuhaftır ama
ölümün gelişini sezmiştim
(hissetmiştim değil, hesaplamıştım)
ve pozisyon almıştım
dalgaya buruna karşı,
o sayede atlattım vartayı
gerekli bir iki takla ve slalom var idi
sakarca da olsa, eyledim onları
hamlamışım,
üzerimdeki ölü toprağı kalktı
kortizon kırdı
katatonimi ve ezik benliğimi
ki
Kasımpaşa argosunda
ezik çok ağır hakarettir
lümpen proleteyanın bile
daha aşağısını imler
sokak dilinde
,,,
bu kezinde
gerçekten sıfırdan başlıyorum
borç ve alacak
çek çizgi
elde var ben
,,,
para kazanmaktan utanıyordum
artık utanmıyorum
zaten almışım yeni, ilk kez
50 yaşımda telifimi,
olmuşum geçmişbilimci
aslen bir gelecekbilimci iken,
e abi tabi
satçak malı pazara sürcen
,,,
birazdan gün doğacak
sabah çayımı içeceğim
ihtiyarlar kahvesinde
onlar çoktan yerlerini kapmıştır
sabaha namazlarını kıldılar bile
,,,
sonrası mı?
sonrası Şeytan kerim
(25 Kasım 2010)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 5
LAZ KOMŞULAR
Lan abidin
ebeni çizeyim
ne biçim oryantasyon bu,
oryentasyon değil
vesternasyon bile değil
oryentalizm hiç değil
oryantal rakkase büyük kase
olabilir belki,
tutturamadın Kasımpaşa’da
Eyüp’ün üstündeki bulutları
ve yahut masmavi gökyüzünü
e tabi, Paris’ten o kadarı
görülmez, Laz fıkrası hesabı
>
yıllar önce
Laz bir kız arkadaşım
Lazlar’ın irtifa farkından
tırlattığını, hatta bunu
bizzat kendinin de yaşadığını söylemişti
gülüp inanmamıştım ama
yıllar öpe öpe doğruyu öğretti,
Lazlar’ın Kasımpaşa görmüşü
daha da tırlak oluyor,
düşünün: kaçak elektrikle
yazın klima, kışın kombi hesabına
ısınan 10 metrekarede 15 kişiyi
ki geometrik paketleme
problemlerinde bile
bu çözüm yoktur,
görmedim duydum
zaten sorun da bu:
24 saat duyuyorum,
günde 5 saat falan uyurlar
geri kalan 19 saat
5 velet, 5 genç, 5 yaşlı
birbirini dinlemeden
konuşur aynı anda
Beckett absürdünden beter
>
Beckett dedim de,
bu şavalak Joyce’un sekreteriymiş
o Nobel alamamış, bu almış
anca, ikisinin de aklına gelmemiş
İRA ve Michael Collins,
hani cumhurbaşkanı yoldaşı tarafından öldürtülen
sanki tanıdık bir öykü, di mi?
>
düşünün bir:
ya Beckett İrlandaca yazsaydı?
>
Lazlar Türkiye’nin
tek gerçek sarışın halkıdr
Anadolu’ya bile gelen
İskandinavlar’dan dolayı,
hemen hiçbiri Lazca bilmez ama
türküsü boldur lazca’nın,
bizimkiler Karadeniz türküsü de dinlemiyor
o denli feleklerini şaşırmışlar
>
kendileri feleksiz
benim de feleğimi şaşırttılar,
ölemezsin, öldüremezsin
çüşle durduramazsın bir durum
>
muaf sayamıyorum onları hukuktan
bir gün canlarına okuyacağım
(30.12.10 + 04.01.11)
Dipnot: Yarım kaldı.
DÜZYAZI KOŞUKLAR 6
MART AYINA GİREMEMEK
yaş 51
aylardan mart
ve fakat giremiyorum kedisel mart ayıma
emekli olmuşum
,
bahara da giremiyorum bir 10 yıldır
ruhum hep hazan
göğüm hep bulutlu gri
yine de parlak
,
Türkiye izin vermiyor
gönlüme cemre düşmesine
engizisyonun cehennem buzu var ülkemde
yakamıyorum ateizmimin kamp ateşini
sokak çocuğu ve serserisi pikniklerimde
,
pek ıssızım
pek yapayalnız
pek hüzünlü melankolikimsi
,
ucube
entellektüel ve proleter
takılıyorum
ucube semt Kasımpaşa’da
,
canım yanıyor
klavyem de öyle,
ülkem cehenneminde
klavyem cehennem sıcağında
,
gidemiyorum
kalamıyorum
bu bin kocadan arta kalan
şehirde(n)
,
bitmiş ve yeni başlamış
bir sürü yaşam parçasını
yama işi bohçalamaktan
teğel geldi gari
ipliklerim tel tel dökülüyor
,
4 aydır alkolsüz bir alkoliğim
2. ürtiker krizim
3. gribim
hayatımın ve ömrümün
en hasta kışını yaşattı bana
,
absürd bile değilim
anlamlıyım
ama aradığım kelimeler
henüz var olmayan ülkede
,
nasıl olsa yazılacaklar
acelesi yok,
acelesi var
şu sağlığın
ayaklarım üzerinde dikelmek istiyorum artık
hastalıktan bıktım,
bıktım bu ülkeden bıktığım denli
bıktım bu İstanbul’dan bıktığım denli,
yeter gari
düş yakamdan Şeytan
(1 Mart 2011)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 7
KÜÇÜKPAZAR TURU
Küçükpazar dediğin
Unkapanı berisi
Süleymaniye altısı
,
bilirim oraları 5-10 yıldır
ama
giremezdim kolay kolay
oranın henüz ajentrifiye
ahalisinin içine,
kısmet bugüneymiş
,
daralınca Kasımpaşa yolları
ve seyyar pazarları
iş tabanvaya düştü
vurdum yollara yollara
aştım köprüyü köprüyü
,
sol aşırtmaca daldım
sidik ve yaş odun kokulu ara sokaklara
iyi de yapmışım,
siftahladım yeni tür
hurdacı-seyyar-çöpçü terkibi satıcıdan
ehven fiyatlı kitaplarla
,
iş tamam iştir
ne de olsa yevmiye doğrultulacak
ve fakat serde yazarlık var
İstanbuul Sookaaklarıı da yazılacak zorunluca:
,
yeni bir varoş peydahlanyor
şehrin göbeğinde,
eskiden varoş altı idi
gerisini siz düşünün,
her ev odun kömür yakmakta
borular pencerlerden fırlamış
mavi gri tütmekte,
neredeyse bulsalar tezek yakacaklar
hoş tezek kokusu da var havada,
tam doğal insan:
Homo Naturus
naturası sağlam
doğal seleksiyona bi milenyum önce
Anadolu’da uğramış,
,
ilginç bir Japon kale maç olacak
önümüzdeki baharda oralarda
proleter entellektüel
sınıf atlama sonuncusu halkına karşı
tara ra ra raam
(2 Mart 2011)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 8
YAZI İŞÇİLİĞİ
şiiri akıtıyorum
kompozit alaşım dökümlerine,
çeliğe su vermiyorum
veriyorum kan
Şam işi
(3 Mart 2011)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 9
KLAVYEMDEN AŞŞAA, KASSIMPAŞŞAA
tipi tipi bir havaydı bugünkisi
kalktım kar altında Küçükpazar’a yürüdüm
satacak bir şeyler bulurum umuduyla,
Unkapanı Köprüsü’nde uçuyordum neredeyse
herkes kapalı mekanlara araziydi,
bense kedi yavrusu gibi ıslak
döndüm eve
klavyemden aşşaa, Kassımpaşşaa
(9 Mart 2011)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 10
ÖLÜMÜNE BİR YALNIZLIK
ölümüne bir yalnızlık benimkisi
annemi bile sevemedim
üstelik yakınmadım hiç sevgisizlikten,
benim gibilerin
yargısız toplu hükmü idam oluyor
alışkınım öldürülmeye
bedenen ve zihnen,
bundan bile yakınmam
kader gibi gördüğümden değil
olağan gördüğümden,
okuduğumdan benden öncekilerin
nekrografilerini,
ölümüne bir yalnızlık
ender olarak yaratıcılık getirebiliyor
benimkisi öyle
hep öyleydi buna hep şaşarım,
sanırım öldüğümde
kurmaca olmayan
telif dalda
dünya rekortmeni rekortmeni olacağım
400 küsur kitapla,
Freud’un rüya yazma rekorunu kırdım = 500
Shakespeare’in sözcük yaratma rekorunu kırdım = 2.000
kırarım bunu da
hünerime şaşmadan,
herşeyin bir bedeli var
var bu hünerin de bir bedeli:
hep terkediliyorsun
nedenini düşünmeye bile çalışmadan,
insan katarı
takır takır geçiyor
tıkır tıkır
yıllar geçiyor,
ölümüne bir yalnızlık
elbette
mezarı bile olmadan bitiyor
(20 Mart 2011)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 11
İHTİYARLAR BALADI
benim balad
Attila İlhan’ınki gibi
epik aruz değil
epistemolojik nekrografi,
ot gibi gelemeyip
sap gibi gidemeyenlerin baladı
,
bunlar dizilirler
cami önlerine
eski su damacanaları gibi,
dinlerler
kendilerinden önce ölenlerin
salalarını,
işte o salalar
bizim baladlardır
,
benim baladın
bestesi yok,
hak etmiyor benim tanıdığım ihtiyarlar
ölümlerinden sonra
hayır ile yad’ı,
tüm yaşamları
insan kuburunda
şer’le idopdolu, vidanjörlük
,
ancak bu moruklar
iyi gübre oluyor
tarihe, ibret-i alemlik,
bazı ölümler
epeyi yaşamdan yeğdir
(23 Mart 2011)
DÜZYAZI KOŞUKLAR 12
YENİBOSNA BİT PAZARI
caanım Kassımpaşa
belden aşağını yiyeyim senin,
maalumunuz Kasımpaşa Bit Pazarı’nı
daha önce yazmış idiydik,
bu kez de
Yenibosna Bit Pazarı’nı yaazalım
,
şeytanım o neydi öyle be yav
Caddebostan Migros’tan küçük bir avm
otoparkında sözde antikacılar,
çok it gördüm
çok bit gördüm
çok Çingen gördüm
vallaa böölesini göremediydim,
bu denli aşağı
daha aşşaağı
b6 = bodrum altı katlara inin
toplumsal katmanlarda
paçavra lümpenleri geçin
ezilenleri geçin
kaybedenleri geçin
marjinalleri geçin
ayralları geçin,
yaav daha da beteri var imiş
bilemedik
cehaletimizi bizzat
cümle aleme teşhir ederiz
,
açlıktan nefesi bile kokmuyor
Koç rölü oynayan bir hötöröf koyun,
(başka bir hanımcık satamıyor
Müslüman mahallesinde tesbih,
çünkü oltu taşı
kahve tesbihi
çekişine gelmiyor,)
çirkinlik vaa, çirkinlik vaa
amaa ve lakin böölesi nassı vaa
anlamiyem
ve hepsi Hürrem Sultan rolünde
dizi moda ya
sırıtıyor yağları kırışları bönlükleri
Equus tarağında kelebek misali
,
erkekler desen
andropoz degil, inpotent degil
uuzing göremeden ölenler cemiyeti has üyeleri,
(ne edebiyattı ama
bunu anlayan bana not atsın,
yağdı yağmur çaktı şimşek
şiirlerimi imzalayacaam),
ellere var da, bize yoh mi
yooh mi yooh mi
elleri var da bize yooh mi?
ahan da bu
üzerine bastın
ayağını kaldır
aman feçes bulaşmasın
,
12 (yazıyla on iki) saat dikildim o alemde
bi siftah bulamadım
gün akşam gün akşam
gün akşam oldii
ellere de yoktii
bize de yohtii
İbo’ya bilem yoohtii
,
gidişi boşvereyim
tersine bantını sarıim
biraz da
geri dönüşün
,
sokak ilmini bilen
benim gibi sokak piri
amma benden çok çok daha aristokrattan
yanimkilim
epeyi yukarıdan aşşağı düşmüş bir abim
tesadüfün iğne deliği
tezgah komşumdu
hem de beni oraya çağıran adam
Fransa turunda olduğu için
artı
onun yerine tezgah açtığım için
,
bindik 73 nolu helk otobüzüne
ahan da, saniye bir
ofsayt bir, gol iki, lümpenlik üç,
bir genç kız
oturmak için yerini verdiği
ortadan yukarıda yaşlı bir bayana
anlatmaya başladı
evinden bir arkadaşınının
cep telefonunu nasıl yürüttüğünü:
şıklar çok:
bir: hanım para arıyor
iki: hanım erkete
üç: hanım cumartesi akşamı menisi arıyor
graffiti yazdıracak
frotörlere mesaj çekiyor altyazı
,
15-20 duraklık süreçte
her durakta
insanlar daha bir Taksimli
daha bir medeni oluyorlardı,
kuyrukta önüme geçip de, arkaya postaladığım
dilenci çingen hanım dahil,
şimdi gelsin Marx
şimdi gelsin Adorno,
anlatsın bana
alaturka lümpen proleteryanın
bu kimliksel Godot arayışını,
benim izahım basit:
doğruyu herkes biliyor
hem de domuz gibi
ama kulak arkası yapıyor
gerekince lazımlık olur diye
,
açıkçası:
bu ne doğu
bu ne batı
ne de oryentalist / tanzimat davranışı,
bu resmen 3. liberalizm deliğinin
bir toplumsal vakum gibi,
bir sülük gibi,
halkımızın ahlakını
ve
dinini nasıl yuttuğunu imler,
ilk önce bizde imler
sonra Mısır vesairede imleyecek
absürdlükte öncüyüz ya
,
breh breh breh
kalemimden ishal kanı damladı bee
,
şaka bir yana:
bu satırları bana yazdırdığı için
tüm İstanbullu olmayı reddeden
o gariban taşralılar
o gariban Alamancılar gibi
kazanacak bir şansı bile olmayanlara
çook teşekkürler
,
zaten
akıllılar ve bilgililer
aptallardan ve cahilllerden
öğrenir
tersi pek mümkün / vaki değil tarihte,
olsaydı
devrim bu denli imkansız olmazdı
liberalizm bu denli mürit bulmazdı
,
halkımız, yani ben, yani biz için 3 defa:
kahrol kahrol kohrol,
Nazım için kahrol
Deniz için kahrol
Reha için kahrol,
sonuncu bedeli bizzat önümüzdeki günlerde
gayet yakinim
hatta bizzat kendim olan
halkimizdan tefeci faiziyle
tediye ettireceğim,
öl lan halkım
sahteni öl
ve
asıl yaşama başla
(26 Ekim 2011)